30 Eylül 2010 Perşembe

Rıdvan Dilmen Lassa Reklamı



Geçmiş zaman olur ki diyoruz. Tipik bi reklam. Rıdvan burda ilgi çekme unsuru olarak yer almış, başka bir esprisi yok. Öyle topu gençliğe falan atması hikaye, Reno Flash şahane :)

Şampiyonlar Ligi 2nci Hafta



A Grubu

Tottenham 4-1 Twente
Şampiyonlar liginde bu hafta hakemler tam 13 kez penaltı noktasını göstererek bir rekor kırdı. 13 penaltını üçü bu maçta Tottenham lehine çalındı. İlk yarısı golsüz biten maçın ikinci yarısında tam 5 gol var. Penaltıdan yenilen iki gol Twente adına can sıkıcı tabi. İlk maçta Inter'den puan almayı başarmışlardı. Tottenham ise 2-0 öne geçtiği Bremen deplasmanından 1 puanla dönmenin acısı çıkarmış oldu.

Inter 4-0 W.Bremen
Gollü maçların takımı W.Bremen geleneği bozmadı fakat bu sefer skor tabelasına onlar adına yansıyan bir şey yoktu. Eto'o defansın arkasına kaçırılırsa ne olur sorusunun cevabının işlendiği maçta Kamerunlu yıldız hat-trick yaptı. Benitez'in başarılı olmasını istiyorum içten içe.

B Grubu

Hapoel Tel Aviv 1-3 O.Lyon
Lyon işini biliyor. Böyle kötü başlayan bir sezonda şampiyonlar ligine ikide iki ile başladılar. Schalke'yi ite kaka yendikten sonra Hapoel'i orda yenip diğer maçtan beraberlik bekleyecekler demiştik. Onlar üstüne düşeni yaptı ama Benfica yapamadı! :)

Schalke 2-0 Benfica
Sezona kötü başlayanlar listesinin zirvesinde yer alan Schalke hemen hemen rakibine sahayı dar ettiği karşılaşmada ikinci yarıda gelen gollerle güldü. Bu grupta eşit şansa sahip üç takımın arasında oynayacağı maçlar kadar Hapoel maçları da etkili olacak. Bu galibiyetin anlam kazanması için Schalke bir sonraki maçta Hapoel'i yenmeli. Rakipleri yendiler.

C Grubu

Valencia 0-1 M.United
Bir maçtan önce bir istatistik çok dillendirildi mi işin büyüsü bozuluyor sanki. Evinde uzun süredir yenilmeyen Valencia haketmediği bir yenilgi aldı. İyi oynadılar, Soldado ve çok beğendiğim Pablo Hernandez ile golü bulamadılar bir türlü. Kaybettikleri yıldızlardan sonra yeniden şekillenen kadro daha da güçlenmiş sanki. Ben izlemekten keyif alıyorum.

G.Rangers 1-0 Bursa
Avrupa'daki her zamanki hallerimiz işte. Rangers ne olduğunu bilip olduğu kadar oynuyor. Ligde de beşli savunma ile mi oynuyorlar merak ettim. İkinci yarı Bursa kontrolü ele aldı yorumları hikaye geliyor bana. Verim olmadıkça bu Rangers'ın insiyatifinde bir kontrol oluyor.

D Grubu

Rubin Kazan 1-1 Barcelona
Barcelona futbolun çirkinleşmesine neden oluyor! Evet aynen öyle. Barça ile karşılaşan takımların defansa yatar işime bakarım hallerinden fena halde gına geldi bana. Rubin son 2 sezonda Barcelona'ya yenilmedi. Barcelona'ya yenilmemek başarı kıstası oldu günümüzde. Mourinho bile yenilmemek adına neler yaptı. Barca aslında maçı kazanacak fırsatları buldu her şeye rağmen. Son dakikalarda ise önce Rubin adına Martins sonra Barcelona adına Iniesta kahraman olma fırsatını "doyasıya" harcadılar.

Panathinaikos 0-2 Kopenhag
Ouvv gecenin süprizi bu işte! İlk maçta Rubin Kazan ikin maçta Panathinaikos. Kopenhag bu gruptan ikinci çıkarsa tarih yazacak. Kalecinin işgüzarlığı sonucu yenen ilk golün üstüne enfes bir frikik yiyince Yunan temsilcisi dağılmış oldu. Bu maçın benim adıma sevindirici tarafı Luis Garcia'yı bulmam oldu. Geçenlerde kafama takılmıştı, bi Luis Garcia vardı n'oldu o diye. Yunan takımları tıpkı bizim gibi. Transfer, taraftar. Ne biz başarılıyız ne onlar gördüğünüz gibi :)


E Grubu

Basel 1-2 Bayern Münih
İlk maçında Roma'yı rahat geçen ama Bundesliga'da henüz dikiş tutturamayan B.Münih ilk maçta Cluj'a yenilerek üçüncülük şansını sekteye uğratan Basel karşısında emektar golcü Frei'nin iyi hazırlanmış golüyle 18. dakikada geri düştükten sonra maçın kontrolünü elinde tuttu. İlk golü penaltıdan atan Schweinsteiger'in 89. dakikada duran toptan gelen golü grubu Bayern için hemen hemen bitirmiş oldu.

Roma 2-1 CFR Cluj
Haftasonu Inter galibiyetiyle kendine gelen Roma, Cluj galibiyetiyle Şampiyonlar Ligi'ne de merhaba demiş oldu. Kendine gelmiş bir Roma'ya rakip olması zor olan Cluj takımında Traore ilk yarı bencillik yapmasa takımı 1-0 öne geçecek belki Roma takımın strese girmesine neden olacaktı. Ben olmak ya da takım olmak, bütün mesele bu. Borriello klas bir golcü olduğunu gösterdi yine. Milan'a Robinho'dan daha faydalı olabilirdi aslında.

F Grubu

Chelsea 2-0 Marsilya
Chelsea oynadığı futbolla hemen hemen Barcelona kadar beğendiğim bir takım. Koskoca Fransa şampiyonunu güle oynaya yendiler. Erken gelen bir korner bir penaltı golü Marsilya için yıkıcı olmalı. S.Moskova maçındaki şanssız yenilgiden sonra ikinci olabilmek için fazlasını vermeleri gerekecek.

S.Moskova 3-0 Zilina
Gruplara bileğinin hakkıyla gelen Zilina için daha ilersi imkansız görünüyor. Marsilya deplasmanında aldığı bedava galibiyetten sonra S.Moskova güçsüz rakibini kolay geçerek ikinciliği hayal etmeye başladı. Endişem Zilina'nın bahtsız Marsilya için çelme takıcı olma ihtimali!

G Grubu

Auxerre 0-1 Real Madrid
Ben Mourinho'nun "başarısız olmamı bekliyorlar" dediği zümreye aitim. Sıkıcı oynuyorlar ama beraberlikler hariç şimdilik işler yolunda gözüküyor. Bizde yaygın olan bir tabirle, "Madrid'in forması çıkıp alıyor" maçları. Auxerre dirençli bir oyun oynadı ama galip gelen R.Madrid.

Ajax 1-1 Milan
Neden bilmiyorum Ajax-Milan eşleşmeleri bana hep çekici gelmiştir. Bu belki 94-95 Şampiyonlar Ligi şampiyonu Ajax'ın Milan ile kupa finali mücadelesinden başlıyor. İlk maçların mağlup ve galip takımlarını karşılaştıran maçta öne geçen Ajax, tam İbrahimovic'lik bir gol yiyerek bir puana razı geldi. Bu skor Ajax için Uefa Avrupa Ligi yolunu işaret ediyor.

H Grubu

Partizan 1-3 Arsenal
İlk maçta Braga'yı şaşkına çeviren Arsenal Partizan deplasmanında da rakibin 10 kişi kalmasını iyi kullanarak maçı lehine döndürdü. Maçta kazanılan 3 penaltıdan sadece birinin gol olması enteresan. Grubu Arsenal ve Shaktar götürecek belli oldu.

Braga 0-3 Shaktar Donetsk
Braga tam Türk gibi yenildi. Özellikle geçmişte iyi oynayıp, pozisyonlar bulup 2-3 farklı yenilen takımlarımızı anımsattı bana. İlk maçta Arsenal karşısında dağıldılar ama bu skor bu maçın hakkı değil. Saldırıkça, pozisyona girdikçe gol yediler. Düğüm ikinci yarıda çözüldü, Braga da Sevilla'yı elemenin havasını ŞL'de kaybetti. Grubun diğer sıfırcısı Partizan'ı geçip üçüncü olmak tek tesellileri olacaktır.



28 Eylül 2010 Salı

Kasımpaşa 2 : Fenerbahçe 6


Dünkü maça galibiyet ya da yenilgi gözüyle bakmıyorum. Önemli olan Fenerbahçe’de bir şeylerin değişip değişmediği. Bizi değişim beklentisine sokup heyecanlandıran Aykut Kocaman. Değişim fikrini ve ilk adımı olan transferleri olumlu buluyoruz. Bugün Niang ve Dia’nın oyununu beğenen her F.Bahçe taraftarı bu transferlerin planlanmasında Aykut Kocaman etkisinin hakkını vermesi gerekir. Bu transfer sihirbazlığı değildir. Bu oyuncuyu gidip ikna etmek, uçağa bindirip getirmek değildir. Bu oyuncuları seçerken sahada görmek istediği futbola yönelik doğru tercihte bulunmaktır. Aykut Kocaman’ı şahsım adına tebrik ediyorum. Stoch ve Yobo içinde söylediklerim geçerli.

İlk yarıda yenilen gollerin defansın önde kurulmasıyla bir alakası yok. Zaten defansın önde kurulduğunu düşünmüyorum. Ya da en azından defans çizgisinde bir çarpıklık vardı. Santos ve Gökhan çok önde oynamalarına karşın Lugano ve Bilica rakibi daha geride karşıladılar. İlk yarıda Santos birkaç atağı orta çizgide ve hatta rakip yarı alanda karşıladı. Stoperler ve bekler arasındaki bu kot farkı Kasımpaşa’nın hücumlarına yağ sürdü. Aykut Kocaman da yaptığı açıklamada ilk devre için “sahaya yerleşimimizin sıkıntılı olduğunu gördük” derken belki bunu kastetmiş olabilir. Ben genel kanının aksine Santos’un kötü oynadığını düşünmüyorum.Maçı tribünden izlemek çok farklı, biz bazı şeyleri kaçırmış olabiliriz. Bilica Beşiktaş maçında can siparene bir futbol segiledikten sonra dün yine dengesiz görüntüsüne geri döndü. Bilica konusunun özeti bu aslında. İstikrar yok, F.Bahçe gibi takımlar için can siparane oyun değil, futbol zekası ve pozisyon bilgisi gerekli.

Cristian’a düşen Selçuk’a sarılır

Değişim’in onbirini yazarken Cristian’a şans vermemiştik. Çok önemli mental eksiklikleri olmasına rağmen mevcut durumda Selçuk Cristian’dan daha faydalı. Topla buluşma ve isabetli pas istatistiklerinde Emre ile zirvede yer almaları bunun sayısal göstergesi. Selçuk topla buluşmaktan, topu ayağında tutan arkadaşına kendini göstermekten kaçınmıyor. Cristian’a da aşk olsun diyorum, yıllarca Selçuk eleştirisi yaptıktan sonra beni Selçuk Şahin’e ısındırmayı başardı :) Tabi topu hücuma çevirme istatistiklerinde Selçuk yok, burada görevi Emre Belezoğlu alıyor. Emre Fenerbahçe ve Milli takım için aynı derecede öneme sahip. Muhteşem bir 5 numara.

Dia-Stoch-M.Topuz


Beşiktaş maçında gördük, Dia müthiş adam eksiltiyor. O maç için yazımda son pas, son vuruş sıkıntısı olduğunu söyledik, 2 asist yaptı :) Gol tekrarlarında dikkat edin ortayı yapmadan önce mutlaka kafasını kaldırıp pası veriyor. Niang 2 bedava gol atmışsa, o kalabalık arasında topu ayağına gönderen Dia’nın maharetidir bu. Sezon başı kahramanı Stoch kaybolurken yeni yıldızımız Dia! Yalnız Dia gerçekten defansif ödevlerini yerine getirmekte başarısız. İkinci yarıda takımın geriye gömüldüğü dakikalarda Kasımpaşa bekiyle birlikte iki kişilik bindirmeler yaptığında Dia adam almak yerine izlemekle yetindi. Benim hatırladığım iki pozisyondan birinde kademeye Selçuk, diğerinde Emre girdiler. Bu oyuncular bu açığı kapatmak için hem fazladan ve süratli koştular hem de kendi alanlarını boşalttılar. Diğer kanatta ise hücum yönünde varlık gösteremeyen ama bulunduğu kanadın savunmasına yardımcı olan bir Mehmet Topuz vardı. Fenerbahçe bu görüntüsüyle hücumda Topuz’dan sebep tek kollu, savunmada Dia’da sebep tek kollu bir insan gibiydi. Fenerbahçe hücum oynayacaksa, defansı önde kuracaksa Dia ve Stoch’un defansiz zaafiyetleri onlar ekstra bir şey yapmadan törpülenebilir. Ama Beşiktaş ve Kasımpaşa maçlarında olduğu geri geri gömüleceksek bu ikili sorunlu tercih olacaktır, o zaman Mehmet Topuz faydalı olacaktır. Hem taraftarın hem Aykut Kocaman’ın sahada görmek istediği etkili ve hızlı kanatlar ve hücum varyasyonlarıyla oynamak. O zaman Stoch ve Dia beraber kullanılmalı. Fakat bu ikiliyi beraber kullanabilmek için bir takım düzenlemeler ve çalışmalar şart. Düzenleme ve çalışma kelimeleriyle es geçmiyoruz tabi Blog hayatımız boyunca dilimiz döndüğünce fikirlerimi yazdık. Tekrara lüzum görmüyorum.

İkinci yarı


Takımın daha geri çekildiğini gördük. Bu Beşiktaş maçında olduğu gibi yine Aykut Kocaman’ın hoş gördüğü tercih ettiği bir şey değil. Maç sonrası röportajında “ikinci yarıda geçmiş skorlardan gelen güvensizlik ve tedirginlikten dolayı yine topu ayağımızda tutmada sorunlar yaşadık” beyanı bunun göstergesi. Beşiktaş maçında Dia ilkonbirde çıktı ve ikinci yarı oyun hakimiyeti Beşiktaş’a geçti diye Aykut Kocaman kontra atak futbolu oynatıyor diyenlere selam olsun! Kasımpaşa maçında da hemen hemen benzer görüntüler yaşandı. Bunu futbolculara dikte etmek Aykut Kocaman’ın görevi. Fenerbahçe her öne geçtiği maçta Daum misali geri yaslanarak skoru korumak isteyecekse biz değişim diye boşuna konuşuyoruz demektir.

Değişim?


Sonuçta Fenerbahçe kazanarak rahat bir nefes aldı. Dia ve Niang göz kamaştırdı ve Aykut Kocaman’ın bahsettiği gibi Fenerbahçe’nin oyununun hızlanmasına etki eden futbolcular oldular. Selçuk Cristian’dan daha faydalı bir tercih olduğunu gösterdi. Yine de şablon olarak ortaya gelecek adına çok güzel şeyler konulmadı. Hala bir şeylerin tamamen değiştiğini göremiyoruz. Bu zamana kadar oynanan 5 maçın üçünün puan kaybı normal maçlar olduğunu söylemiştik. (Kayseri, Trabzon, Beşiktaş) Bu üç takım haricindeki maçlarda gol averajı 14-4 şeklinde. Bu tür rakipler gözönüne alındığında bu rakamlar katlanarak artacaktır. Artık bu oyunun daha karakterli daha kararlı bir hale gelmesi ve dirençli, iddialı takımlara karşıda sonuç vermesini bekliyoruz. Bu adım atılabilirse, Aykut Kocaman’ın Fenerbahçe’si efsane olacaktır.




25 Eylül 2010 Cumartesi

Crackovia: Katalan Tv'sinde futbol skeçleri



Crackovia Katalan Televizyonunda yayınlanan bir futbol-mizah programı. Daha çok Barcelona ve R.Madrid üstüne yoğunlaşmışlar. Güzel şeyler var fakat İspanyolca. (hatta belki katalanca?) Yine de bazı mimik ve hareketlerden bir şeyler anlamak mümkün. R.Sociedad - R.Madrid maçını işlemişler. Mesut Özil'in gözlere dikkat :) R.Madrid oyuncularıyla birlikte soyunma odasına giren hakem kısmına da dikkat çekelim. Bu eleştiri özellikle Espanyol maçı düşünüldüğünde tam yerine oturuyor. Youtube'da Crackovia diyerek birçok skece ulaşabilirsiniz. Ben C.Ronaldo eleştirisini sevdim. Casillas'ın sevgilisinden çok çok önce... :)

Youtube videolarını izleyemeyenler sağ framedeki Youtube kısmından sorunu çözebilirler. (Artık youtube açamayan kalmasın!)



24 Eylül 2010 Cuma

Top toplayıcı çocuk kaleciye meydan okudu!



Çarşamba günü oynanan Lierse - Anderletch maçından güzel bir enstantane. Top auta çıkıyor, top toplayıcı çocuk topu getirmeye niyetli değil, Anderletch kalecisi Proto kendi insiyatifiyle topu alıyor ama küçük çocuğun tehditkar hareketlerinden kurtulamıyor :)


Youtube ile ilgili sıkıntı yaşayanlar:

c:\WINDOWS\system32\drivers\etc\
yoluyla belirtilen klasördeki "hosts" dosyasını notpad ile açarak sonuna aşağıdaki satırları ekleyin ve kaydedip çıkın. Hepsi bu.

74.125.43.103 youtube.com
74.125.43.103 www.youtube.com
209.85.229.99 www.youtube.com
209.85.229.99 youtube.com



22 Eylül 2010 Çarşamba

Ben Harry Potter gelsin derim


İlk hafta alınan beraberlik sonrası Mourinho “Ben Harry Potter değilim” açıklamasını yaptı. Real Madrid’in başına geçtiğinde Mourinho için getirilen eleştiriler hep aynı çerçevedeydi: “Defans oynatıyor, R.Madrid stiline uygun değil”. Elbette koskoca R.Madrid defansif oynamaz hele Florentino Perez döneminde! Hoca öğütmekte eline su dökülmeyen bir değirmen olan Perez’in takımı şampiyon yapan Capello’yu “sıkıcı futbol” oynattı gerekçesiyle gönderdiği herkesin dilinde. Mourinho sıkıcı ve defansif bir futbol oynattığı yönündeki eleştirilere sert çıkıyor. Cevabı belli, kazandığım kupalara ve attığım gollere bakın!

Mourinho kızıyor ama ben onun yönetimindeki Chelsea maçlarını sıkılarak izlediğimi hatta bazen izlemekten vazgeçtiğimi iyi biliyorum. Ancelotti’nin Chelsea’si ise bambaşka. Son iki maçını 90 dakika izlediğim R.Madrid, aynı sıkıntıyı yaşattı bana. R.Sociedad maçında attıkları şanslı goller, Sociedad’ın kaçırdığı şanssız goller… Espanyol maçı, Espanyol’un bir Sociedad olamaması nedeniyle iyice zevksiz ve sıkıcı geçti. Gecenin Harry Potter’ı Carlos Gomez’in (hakem) Madrid takımına önce penaltı sonra kırmızı kart hediye etmesi skoru 3-0’a getirdi. Pepe’nin atılması sonrası Mourinho’nun 4-3-2 gibi oynaması akıllıca, özellikle ikinci golde Espanyol’un savunmasını anlamsızca ileri çıkarması aptalcaydı. Hattızatında kırmızı kartlara kadar penaltının gölgesinde giden bir maç, kırmızı kartlardan sonra “şık” ama “sıkıcı” bir skora döndü.

Mourinho Harry Potter değilim diyor ama bu şekilde devam edecek bir sezon sadece “kupa” sonuyla götürebilir kendisini. Aksi halde  Hansel ya da Gretel’den birisi olacaktır.

21 Eylül 2010 Salı

Yaşasın ilk teknik direktör spekülasyonu medyaya yansıdı!

Aman ne olur gel!

Sezon başında Aykut Kocaman çevresinde hem taraftar hem medya tarafında oluşan olumlu hava bir çırpıda dağıldı gitti. Büyük hoca, büyük futbolcu, bizim evladımız, Türk hocaların gururu, hayırlı olsun intibasının yerinde yeller esiyor. Taraftar hem internet ortamında hem tribünde ikiye ayrılmış durumda. Bazı bloglar Aykut Kocaman'ı istifaya çağırıyor, bazıları kendi kadar futbol bilmemekle eleştiriyor. Hakan Şükür Ersun Yanal'ın başını nasıl yediyse, Alex üstünden aynı tartışma yürütülüyor. Bugün bir sonraki aşamaya geçildi. Sırp basınına dayandırılan haberde Fenerbahçe'nin Antiç ile ilgilendiği, başkanın özellikle bu ismi arzu ettiği yazıldı.

Habere zerre kadar tenezzül etmiyorum tabi. Spekülasyondan ibaret. Ama haberin çıkışı geleceğe dair bazı işaretler veriyor. Medya Aykut Kocaman konusunu kaşımaya başladı. Eğer kulübün başarısıyla rating alamazsanız, başarısızlığıyla alırsınız. Alex, Antiç derken olan görünürde Aykut Kocaman'a ama derinlerde bir yerde Fenerbahçe'ye olacak. Hayırlı olsun diyen varsa beri gelsin.



Bir telefon sever olarak Larissa Riquelme






Alplerde futbol!



Dağ havası falan derken, kondisyon problemi olmasa gerek!




20 Eylül 2010 Pazartesi

Fenerbahçe - Beşiktaş maç sonrası notlar




Dakika 18. Alex ilk kez topla buluşuyor, orta alanda topu alıp solundaki arkadaşına oynuyor. Guti maçın topla en çok oynayan, en çok buluşan adamı.


Aykut Kocaman topa sahip olmaktan, pas yüzdesinden basediyor. Beşiktaş isabetli pas oranında 150 pas kadar önde. Topla oynama yüzdesi Beşiktaş lehine %60 - %40.


Geçen hafta yedek bile olamayan Bilica harika bir maç çıkarıyor. Kademeye giriyor, Santos’un yerine de koşuyor, Quaresma ile boğuşuyor. Topun önüne kafasını, ayağını, vücudunu sokuyor. Stadta küfür yiyor mı yiyor o ayrı. Şartlanmışlık var. (Bu maç için hakkını veriyoruz)


Derbi maçta o kadar önde oynamaz denen Schuster defansı orta çizgiye kuruyor yine. Fenerbahçe savunması da geçmiş maçlara göre nispeten önde. İkinci yarı yine ait olduğu yere(!), Volkan’ın hemen önüne dönüyor.


Emre sakatlanınca orta sahada iş yapar dediğimiz Mehmet Topuz kayboluyor. Fenerbahçe kayboluyor. Mehmet Topuz hangi mevkiye kendini yakıştırıyor?


Acaba Gençlebirliğinin getirdiği hızlı Afrikalı futbolcuların bir muadili mi diye düşünüyorum Dia için. Hızıyla beraber ya da hızının da etkisiyle iyi adam eksiltiyor. Ama son pas ya da son vuruş?


Alex çıkıp Cristian oyuna giriyor. Zaten ikinci yarı hakimiyeti Beşiktaş’a bırakan Fenerbahçe için Aykut Kocaman ne düşünüyor? Antalya hariç gol yemediği bir maç var mı? Keza Guti tek pasla bitiriyor işi.


Guti’nin tek pasla başardığını Fenerbahçe 5-6 pas ile başaramıyor. Top bir türlü kaleye girmiyor. Elden ne gelir?


Dia’yı ters ayakla sol kanada yerleştirmek ezbere bir hareket. Çizgiye paralel oynattığın futbolcunun ters ayaklı olması avantaj değil dezavantaj. İlk yarı 2 yada 3 pozisyon sol ayağıyla orta yaptı Dia. Ya daha içerde kanat/forvet gibi oynatacaksın, ya da ecnebi terimle winger olarak kullanacaksan ayakla uyumlu kanada vereceksin. Özer’in girmesiyle birlikte sağa geçen Dia, sağ çizgiden içeri 2 önemli bindirme yapıyor.


Quaresma durdurulabiliyor. Ama meziyetleri 90 dakika içinde mutlaka pozisyon bulmasına, yaratmasına imkan sağlıyor.


Formadan çekmek, elle kolla temas ne zaman faul olacak bu ligte?


Fenerbahçe’nin oynadığı 5 maçtan üçü Trabzon (D), Kayseri (D) ve Beşiktaş. Antalya ve Manisa gibi takımlar dörtlük tarifeden ücretlendirildi. Puan kayıpları bir bakıma anlamlı bir bakıma anlamsız. Anlamsız tarafı, zor maçları kazanamamanın bir özrü olmasına karşın bu tür maçları kazanamadıktan sonra nasıl şampiyon olunacağı?



19 Eylül 2010 Pazar

Sıra sende Aykut Hoca!

Değişim sözcüğü gelmeyen başarılar, gelse de tatmin etmeyen başarılar yüzünden umut ışığı, can simidi oldu. Artık taraftar iyi futbolu televizyondan yabancı liglerde değil, Şükrü Saraçoğlu'nda kendi takımında izlemek istiyor. Değişimin altında yatan felsefe bizi cezbetti. Transferler keyfe keder değil, felsefeye uygun yapıldı. 4-2-3-1 / 4-3-3 artık ne derseniz diyin. Fenerbahçe ligdeki hiçbir takımdan kötü değil. Ama artık değişimin felsefe yönünü sahada görmenin vakti geldi. Daum'dan bozma bir anlayışın sahada sadece "ismi" değişen futbolcularla oynanması yeterli değil görüyoruz. Artık fark yaratma zamanı. Artık Joachim Löw, Carlo Ancelotti olma zamanı Aykut Hoca. Sana güveniyoruz, senden bekliyoruz.

Vaktim olmadığı için çalakalem bir yazı oldu okuyanlardan özür dilerim. Değişim ile ilgili uzun uzun yazmıştık. Değişimin Röntgeni yazısı burada.

Gürcan Bilgiç'in bugünkü yazısından bir paragraf ile noktayı koyalım.

...Ve karşımıza, yıllar sonra Kadıköy'e giderken favori gösterilen takım çıktı. Aykut Kocaman'a da kalan bir miras var. Daum'dan ve şimdiki başkanından.
24 maçın 13'ünü 1-0 kazanmış bir takım. İleriye doğru koşarken üç kere düşünen oyunculardan oluşan bir kadro. Alex'in hükümdarlığını benimsemiş, tüm sorumluluğu ona vererek sadece gol yememek için kafa yormuş oyuncular.
İdman yapmayı sevmeyen, sahada pres yapmak istemeyen, top ayağına gelmeyince koşmayan bir takım.
Maç seçen, prim kovalayan, gözü arkadaşının imzaladığı kontrattan ayrılmayanlardan oluşan bir kadro. Schuster'e sadece pastaya krema eklemek düşmüş, Kocaman'a ise neresini düzelteceğini sıraya koyamadığı bir ucube...
Bugün mirasyedi ile alın teri karşılaşacak. Çok güzel bir maç olacak...

Yazının tamamı için http://www.fotomac.com.tr/Yazarlar/gurcan_bilgic/2010/09/19/mirasyedi_ile_alin_teri



Nou Camp






Barcelona - Espanyol başlama vuruşu. (Büyütmek için resme tıklayın.)



Kocaeli'nde Oscarlık Senaryo: Dram mı Komedi mi?


Bir zamanlar her takımın rakip olmaktan çekindiği bir Kocaelispor vardı. Önce Süper Lig'den sonra Bank Asya'dan düştüler. Kulüp borç batağına battı tam manasıyla. Sözü edilen mebla 70 milyon. Yani 35 milyon euro gibi bir değer. 2B diye geçen Türkiye'nin üçüncü lig seviyesinde yer alan bir takım için felaket tablosu. Kulüp tam 22 resmi müsabakadır galip gelemiyor. Lige 3 yenilgi ile başladılar. “Sahip çıkılmıyor” sözünün vücut bulduğu yer olmuş Kocaeli. Ve bu umutsuz takıma, kente, taraftara biri çıkıp umut satıyor. Kocaeli’nin hazin durumu da bu vesileyle ortaya çıkıyor zaten.



Basına yansıdığı için birçoğumuz haberdar durumdan. Fuat Donay isminde bir şahıs para dolu bir çantayla basın karşısına çıkıp Kocaelispor'u satın alacağım diyor. Bütün kent bu habere sevinmiş evvela. Ve garip olaylar bundan sonra başlıyor. Başkan Muammer Çelik ile yaptığı görüşmede “bu adam sahtekar” ihbarı ortalığı karıştırıyor. Çantadaki paralar zaten gerçek değil. Başkan ve ekibinden temiz bir dayak diyor Fuat Donay. Asıl adının Suat olduğu, sahte isimle Kocaeli kentine geldiği iddiaları var. Polise teslim edilen Donay’a başkanın tahsis ettiği Mercedes marka araba Manisa’da bulunuyor. Araba verildiği gibi Manisa’ya uçmuş!

Yerel gazetelere göre Donay’ın dolandırıcılıktan 6 sabıkası var.

3 kez dolandırıcılık
1 kez resmi evrakta sahtecilik
1 kez sahte parayla yakalanma
1 kez otomobil hırsızlığından sabıkası bulunuyor.



Neden bilmiyorum Kocaeli Büyükşehir Belediye başkanı kulüple olan ilişkilerini koparmış. Durum öyle vahim ki tesislerde yemek pişiren belediye aşçıları görevden alınınca tesislerde yemek pişmez olmuş. Bu son olaylardan sonra taraftar ve kaptan Serdar Topraktepe başkandan yardım istemişler. Serdar Topraktepe, tesislerde yumurtadan başka bir şey olmadığını, futbolcuların değil para almak yemek bile yiyemediğini anlatmış başkana. Bu vahim tablo karşısında başkan yumuşuyor. Evvela aşçılar geri gelecek. Kulübün Ofspor ile yapacağı deplasman maçının masrafları karşılanacak. Yeter mi? Yetmez tabi, nefes almaya bile yetmez. Koskoca Kocaeli bu halde.

Hodri Meydan taraftar grubu yaptıkları son basın açıklamasında kulübün bu günlere gelmesinde baş sorumlu olarak eski başkan Serhan Gürkan ve ekibini gösteriyor. Tabi sormadan edemiyoruz Kocaeli anbean dibe yaklaşırken bu duruma neden müdahale edilmedi, edilemedi?

Kocaelispor bugün Çanakkale Dardanelspor ile evinde karşılaşacak. Tribünler dolacaktır. Taraftar takımının yanında. Peki kentin ileri gelenleri?


17 Eylül 2010 Cuma

Trabzon'dan 6 sıfır atıldı!


Bir sonraki haftaya aynı hafta içinde oynadığı ikinci maçla geçen Trabzon, Sivas karşısında aldığı havalı galibiyetin tesirinde kalmış gibiydi. Selçuk İnan’ın erken gelen golü rehaveti bir kat daha arttırdı. Golden sonra medyanın çok sevdiği “kırılma anı” kompozisyonunun baş aktörü Teofilo oldu. Kolombiyalı futbolcu çok sevdiği pozisyonlardan birini harcayarak oyun motivasyonu genç kız gibi kırılgan olan Manisaspor’un ayakta tuttu. Geçtiğimiz sezonun gol kralı Makukula kendisini isteyen onca kulüpten sonra Manisa’ya yar olması enteresan gerçekten. Küme düşmekten son anda kurtulmak konusunda Denizlispor ile çekişen Manisa, ligimizin gol makinesi ile kıpırdanma yaşayacak gibi. Neden bilmiyorum Makukula şöyle uzaktan vurup doksana çaksa topu, elini öperim diye düşündüğüm anda geldi gol.  Doksana giden top 90 dakikanın da sonucunu belirledi. Geçen haftanın sağa bakıp sola top atan futbolcuları ligin en çok gol yiyen takımına karşı pozisyon üretememesi mantıklı değil. 3-2’lik Fenerbahçe maçı sonrası, Trabzon’a kendi sahasında kolay kolay 2-3 gol atan takım çıkacağını sanmıyordum. Hala da bunun kolay olduğunu düşünmüyorum. Bugünkü kazanın sebebi belli; Trabzon maça iyi konsantre olamamış. Ben bu yazıyı yazarken henüz Şenol Güneş konuşmadı. Eminim buna benzer şeylerden şikayetçi olacaktır. Manisa bugün Trabzon’dan altı sıfır atarak ayar çekti. Bu skor her iki takıma da faydalı olacaktır.




16 Eylül 2010 Perşembe

Cristian hakkında garip istatistikler!



Fanatik gazetesi yazarı Tamer Bağlan, Laf olsun diye! başlıklı ünlemli yazısında Cristian hakkında çeşitli istatistiklere yer vermiş. Tamer Bağlan Baroni'nin 49 resmi maçta 4157 dakika forma giydiğini söylüyor. Bu süre zarfında Baroni'nin hiç asisti yok. Uğur Boral 718 dakika, Deniz Barış 1017 dakika görev alarak birer asist yapmışlar. Yazının devamında diğer futbolcularda sıralanmış. Geçen sezon Cristian'ın oynamadığı 7 maçta 7 galibiyet almış Fenerbahçe. O varken 14 galibiyet, 5 beraberlik, 6 da yenilgi.

Söylenecek çok bir şey yok. Rakamların aklın bir köşesinde kalmasında yarar var. Yazının tamamına Buradan ulaşabilirsiniz. Yorum sizin.




Şampiyonlar Ligi ilk hafta ikinci gün



E Grubu
Bayern Münih 2 - Roma 0
Grubun iki dişe dokunur takımının mücadelesinde geçen senenin finalisti Bayern'in galibiyeti, hatta Roma'yı ezmesi süpriz değil. Thomas Müller yine çok güzel bir gol attı.  Bu kadar gösterişsiz olup, bu kadar kaliteli bir hücum futbolcusu çok enderdir herhalde. Türk olsa olsa genç Semih sendromuna tutulabilirdi. Futbolcu tipi yok :) FM serisinin gedikli genç yeteneği Toni Kroos artık iyice "oldu". İnsan daha bu takımda Robben yok demeden edemiyor.

CFR Cluj 2 - Basel 1
Roma bir eşeklik yapmazsa grubun üçüncülük için çekişen iki takımı karşı karşıya geldi. Üç golün ikisi kornerden.


F Grubu
Zilina 1 - Chelsea 4
Tam üç takım eleyerek buraya gelen Zilina'nın hakkını vermek gerekir, rakipleri Chelsea. Chelsea'yi izlemek bana zevk veriyor. Messi nasıl diğer futbolcuları gölgeliyorsa Barça'da diğer takımlara aynısını yapıyor bir bakıma. Çok iyi oynuyorlar. 5 numara hastası olarak Essien'i çok beğeniyorum. Rahat kazandılar.


O.Marsilya 0 - S.Moskova 1
Futbolun adaleti yok sözünün tecelli ettiği bir maç bu. Spartak Moskova rakibin kendi kalesine attığı golle maçı kazandı. Marsilya'lı futbolcular bu gece yastığa inanılmaz mutsuz koymuşlardır kafalarını. Bu adaletsiz skor Moskova ekibini ikincilik için umutlandıracaktır.


G Grubu
Real Madrid 2 - Ajax 0
Kupanın en zorlu grubu. Real Madrid zaten güçlü. Milan son 2 transferi ile üstünden ölü toprağını attı. Belli ki bu grupta olan Ajax'a olacak ve ilk maçta oldu da. Ajax süpriz kovalayacak ama işleri zor.


AC Milan 2 - Auxerre 0
Auxerre iki duran top golüyle Zenit gibi takımı kupanın dışına itmişti. Ama bu turnuva için, hele bu grup için yetersizler. Ibrahimovic 2 golle merhaba dedi taraftara. İkinci gol tam Ibra'lık. Serie A naklen yayın hakkını alan ama hiçbir maç yayınlamayan Fox Tv yüzünden Ibra'yı özetlerde göreceğiz bu sene.


H Grubu
Arsenal 6 - Braga 0
Elemelerin süpriz takımları yazısında bir numara yerleştirdiğimiz Braga şiir yazmak konusunda Barcelona kadar usta bir şair olan Arsenal önünde kelimenin tam anlamıyla dağıldı. Fabregas dünyada Barcelona'ya en yakışan futbolcu gibi duruyor. İnsan üstü paslar atıp duruyor sürekli. Goller de cabası. Theo Walcott'un eksikliğini Carlos Vela dolduracak gibi. 2 golü var bu gece.

Shaktar Donetsk 1 - Partizan 0
Shaktar "güzel" seyircilerinin önünde baskılı oynadığı maçı Hırvat Dario Srna'nın güzel frikik golüyle kazandı. Lucescu'nun Shaktar'ı hakkında çok fazla malumatım yok. FM oynayanlar için güzel transfer alternatifleri sunuyorlar sadece :) Jadson diyorum...




15 Eylül 2010 Çarşamba

Valencia'yı Kıskanmak


Türkiye şampiyonu ile İspanya lig üçüncüsü karşı karşıya geldi dün akşam. Herhangi bir Türkiye şampiyonu ile Valencia ne zaman karşılaşsa güç dengesi en fazla %50-50’ye dayanır. Bunu da bir eziklik olarak addetmeyin, Valencia gibi bir takım dünyanın her takımı için ciddiye alınacak bir rakiptir. Önemli bazı yıldızların satılmış olması, as kadronun nispeten sahada yer almaması da çok farkeden bir şey değil. O futbolcular Valencia formasının verdiği özgüvenle çıktılar sahaya. Bursa ise bu arenada ilk kez yer almanın, Avrupa maceralarına alışkın olmayan bir takımın ürkekliği, şaşkınlığı ve heyecanıyla sahadaydı.

Avrupa arenasında zaman zaman parlayan Türk takımları senelerdir istikrarlı bir başarı gösteremediler. Bu sene üç büyük takımımız ön eleme aşamasında veda etti kupalara. Kendi liginde aslan kesilen takımlar Avrupa’da saçma sapan skorlar alıp geri döndüler sürekli. Milli takım bile zaman zaman kazandığı başarıların yanında başarısızlık hanesi daha kuvvetli bir karneyle döndü her zaman. Kendimizi olduğumuzdan daha güçlü zannederek bu arenaya çıktığımız müddetçe kaybeden taraf biz olacağız. A.Madrid rakibimiz olduğunda hiç maç kazanamadılar, Lille rakibimiz olduğunda kasaba takımı demeyeceğiz. Young Boys’un kadrosunun euro cinsinden değerine takılmayacağız. Avrupa şampiyonası elemelerinde ikincilik Milli takım için başarı değildir demeyeceğiz. Kargaya yavrusu kuzgun görünür misali değerini kendimiz biçtiğimiz futbol gücümüzle değil, arenalarda elde ettiğimiz başarıların gücüyle saha çıkacağız. Ve evvela başarıyı gerçekten isteyeceğiz, altıüstü iki transfer yapıp UEFA şampiyonluğu “parolasıyla” oynamayacağız. Belki o zaman bir şeyler değişebilir.

Dün gece ispanyol kulüpleri 9 gol attılar toplamda. Valencia yorulmadan, belki pozisyon vermeden döndü evine. Futbollarını izleyip imrendik, futbolcularına bakıp nereden buluyorlar bu adamları dedik bir kez daha. Ama artık bu son olsun.




Şampiyonlar Ligi ilk güne bakış

A Grubu                                                                                   
Twente 2 - Inter 2
Inter gibi hazır bir takımın hoca değişikliği sonrası "zamana" ihtiyacı olabilir mi ya da olmalı mı merak ediyor insan. Biri firikik biri kornerden (Milito KK) iki duran top golü yemiş olmalarına rağmen çok üretken bir maç geçirmedikleri maç istatistiklerine yansımış. Benitez bu gece not defterine neler yazdı kimbilir? (i hate mourinho?) Twente tüm kayıplarına rağmen istikrarlı çizgisini koruyor. Ligde de 2 puan farkla üçüncü sıradalar şidmdilik.


W.Bremen 2 - Tottenham 2
Söz konusu W.Bremen olunca skor avantajı pek bir anlam ifade etmiyor. Maça fırtına gibi başlayan Tottenham 18 dakikada 2 gol bulmasına rağmen, W.Bremen ön elemelerdeki Sampdoria maçına benzer bir geri dönüşle skoru 2-2'ye getirdi. Redknapp 2-0'dan sonra maçın berabere bitmesine üzülmüştür ama deplasmanda 1 puan fena sonuç değil.


B Grubu                                                                                 
O.Lyon 1- Schalke 0
Kupanın gediklisi Lyon ligde ne kadar kötü olursa olsun şampiyonlar liginde kazanmayı, başaralı olmayı biliyor. Bu bir alışkanlık olmuş olmalı. Her iki takım adına kısır geçen maçta farkı Schalke defansının hatası sonucu golü bulan Bastos yarattı. Lyon deplasmanda Hapoel'i yenip Schalke-Benfica maçının berabere bitmesine dua edecek.

Benfica 2 - Hapoel 0
Birbirine denk gibi gözüken üç takımın mücadelesine sahne olacak B grubu her türlü süprize açık. Hapoel grubun zayıf takımı. Sıralamayı üç kulübün birbiri arasında yapacağı maçlar belirleyeceği gibi Hapoel karşısındaki performansları da etkili olacak. Benfica ilk adımı attı.



C Grubu                                                                                 
Bursaspor 0 - Valencia 4
Söylenecek çok fazla birşey yok. Valencia'yı imrenerek izledim. Bursa Efekti yazısını yazarken Bursa lige alıştığını gösterdi, geçmesi gereken ikinci engel maddi manevi tahribat gücü olan şampiyonlar ligi demiştik. İlk yarayı aldı Bursa. Lige yansımasını göreceğiz.

M.United 0 - G.Rangers 0
Gecenin tek golsüz maçında M.United tek kale oynadı demeye gerek yok sanırım. Maçın en kötü anı ikinci yarıda Valencia'nın bileğinin kırılmasıydı. Ferguson için büyük bir kayıp.


D Grubu                                                                                
Barcelona 5 - Panathinaikos 1
İki pasla gelen Panathinaikos golü Nou Camp'ta Hercules kabusu göstermiş olabilir. Ama Barcanın gole yanıtı çabuk geldi. Tabiri caizse yine şiir gibi oynamışlar. Messi sezonu asıl bu maçla açtı. İki ispanyol takımı toplam 9 gol attı bu gece. Boşuna Dünya Kupası şampiyonu olunmuyor.

Kopenhag 1 - Rubin Kazan 0
Transfere deli gibi para harcayan Rus kulüpleri bunun karşılığını alma konusunda başarılılar. Rubin Kazan'ın bugünkü yenilgisi süpriz sayılabilecek nitelikte. N'Doye'nin 87. dakikada gelen golü Kopenhag tribünlerini yıktı geçirdi. Onların için anlamı büyük tabi.




13 Eylül 2010 Pazartesi

Sezon açıldı: İlk hoca başarıyla kovuldu!

Sıradakiii!
Av sezonu açıldı. Geçen sezon sonu ligde kalmayı başardıkları Reha Kapsal'ı gönderen Manisa yönetimi yeni sezona Hakan Kutlu ile 3 yıllık (yazıyla üç!) anlaşma yaparak girdi. Ama yöneticilerin 3 yıl diye bahsettikleri anlaşma bizim zamanımızla 4 haftaya tekabül ettiği için Hakan Kutlu ile yollar ayrıldı. Anlayacağınız ortada aslında kovma falan yok, sadece zaman farkı!

Zaten hoca değiştirme konuda hastalıklı geleneklere sahip ligimiz, kasaya girecek paranın artmasıyla ligde kalmak ya da bir üst sırada yer almak için kurban bayramını erken kutlamakta sakınca görmeyecektir.  İstifa sesleri ya da homurtuları daha ilk üç haftada haftada duyulmaya başladı zaten. Hakan Kutlu açılışı yaptı, şimdi sıradakini bekliyoruz.







Top 20 Avrupa'da Taraftar Sayısı

Alman araştırma firması Sport Markt Avrupa genelinde yaptıkları taraftar sayısı raporunu yayınladı. Rapora göre 57,8 milyon taraftarı bulunan Barcelona en çok taraftara sahip takım durumunda.


Rapora göre Barcelona'yı Real Madrid ve Manchester United takip ediyor. Abramovic etkisiyle son yıllarda tavan yapan Chelsea'nin bu üçlünün ardından gelmesi bir başarı aslında. İlk 20'de ilk iki sırayı alsalar bile sadece 2 İspanyol takımının olması İspanya'nın Barcelona ve Real Madrid'ten ibaret olduğu yönündeki eleştirileri haklı çıkarır cinsten. Buna karşılık ilk yirmide İngiltere ve İspanya'dan dörder kulüp var. Dünyanın en çok satan kulüp formaları araştırmasındaki tabloya benzer bir tablo. Orada da İspanya Barcelona ve Real Madrid ile zirveye oynuyor fakat ilk 10'a İngiltere ve İtalya'dan üçer takım giriyordu.

İlk 10 sırayı paylaşan 4 büyük ligden sonraki üç sıranın Rus takımlarının olması, nüfusla açıklanabileceği gibi bu takımların yaptıkları yatırımların karşılığını başarı olarak da almalarının da sonuca çok etki etmese de hakkını yememek gerekir. Türkiye ve Avrupa'nın çeşitli ülkelerindeki gurbetçilerin katkılarıyla Fenerbahçe ve Galatasaray'da ilk 20'de yerlerini almış.



Yerel taraftar sayısı değerlendirildiğinde Zenit başta olmak üzere Rus kulüpleri önde. Burada asıl başarı Dinamo Kiev'in. Ukrayna halkının %47'si Dinamo Kiev taraftarı. Bu çok büyük bir oran. Avrupa'da açık ara en fazla taraftara sahip konumundaki Barcelona yerel listede oran olarak Real Madrid'in hayli gerisinde. İngiltere içinde 1,6 milyon taraftarı gözüken Chelsea'nin toplam listede 21 milyonla üçüncü olması paranın, şöhretin ve başarının ne kadar önemli olduğunun kanıtı adeta.





Grafiklere bakınca son sezonlarda Avrupa genelinde başarılı olan Barcelona ile başarısız olan Real Madrid'in ivmesi çok manalı geliyor. Kulüp tarihiyle övünmenin yetmeyeceği, güncel ve sürekli başarının her zaman şart olduğunun göstergesi bu. Milan ve Juventus'un aradan çekilmesinden sonra Inter ve Roma'daki artış da dikkate değer.

Değişimin Röntgeni: İlk 4 hafta ve sonrası


Kayseri maçının Fenerbahçe hakkında bir fikir vereceğini umuyordum. Avrupa maçlarında iyi futbol oynanamadı. İlk Young Boys maçında atılan organize goller ilham verici olmalıydı fakat oynanan berbat futbol haklı olarak üstünü örttü. İkinci Young Boys maçı da tat vermedi. PAOK maçları aynı doğrultuda yetersiz geçti. PAOK maçının ikinci yarısında “silkinen” takım silkinmek için gerekli olan enerjiyi kaslarından barındırmadığının resmini verdi mesela. Harika bir Antalya maçı ilk yarısı ve yenilgiye rağmen güzel Trabzon deplasmanı umut vericiydi. Manisa maçında geçmişten görüntüler sundu takım galibiyete rağmen. Ve bu bir iyi bir kötü (genellikle kötü) görüntünün huzurunda çıkıldı Kayseri maçına. Bu bakımdan önemli bir maçtı 3 puan kazanmaktan öte. Milli maç arasında kazanılan Sivas maçıyla ilgili pek yorum yapmayıp kazanmaya alışmak adına faydalarının altını çizmiştik. Kazanmaya alışmalıydık ama hangi felsefe ile?


Değişimin Röntgeni

Bu blogu az çok takip eden herkes Aykut Kocaman’la başlayan değişim sözcüğünün destekçisi olduğumuzu bilir. Değişim denen şeyin birçok aşaması olduğunu ve Aykut Hoca’nın bu aşamalardan etkili bir basamak olan oyuncu seçimleri konusunda hem transfer politikası olsun hem ilkonbir tercihleri olsun olumlu hareketler yaptığını düşünüyorum. Aykut Kocaman senelerdir kullanılan binanın dinamitlenmesi ve yeniden inşası yerine restorasyon ile devam edeceğinin işaretlerini vermişti ve bunda haklıydı. Binayı dinamitleyen G.Saray, tarihinin en parlak oyuncu ve teknik kadrolarından biriyle başarısız olarak ağır eleştiriler aldı ve almaya da devam ediyor. Onlar sert bir tercih yaptılar. Buna karşılık  Fenerbahçe’nin her şeyi yakıp yıkmak yerine düzeltmek ve makyajlamak için geçmişten gelen Aykut Kocaman’ın da basın toplantılarında açıklamalarına yansımış bazı haklı sebepleri vardı.

  • Geçen sezon lig ve kupa finalde kaybedilmiş
  • Uzun süredir ligin en çok pas yapan takımı ünvanı
  • Topa sahip olmada genel üstünlük
  • Başarısız sezonlarda bile ligin en golcü ya da golcü takımlarından biri olmak

Fenerbahçe’nin istatistiklerine yansımış önemli özellikler bunlar. Takımın beraberinde gelen bu artılarla birlikte geçtiğimiz sezonlardan (özellikle geçen sezon) gelen eksikliklerde vardı. Kadro bazından en önemlileri takımın yeterli kalitede ileri uç kanat oyuncularına sahip olmaması ve golcü sorunuydu. Bunun için bu sezon transferler isimlere ya da kulüp başkanının keyfi seçimlerine göre değil oyun felsefesindeki değişim ve eksikliklere göre yapıldı. En büyük eksiğimiz gibi gözüken oyunu hızlandırmak adına toplu ve topsuz alanda aktif ve hızlı futbolcular tercih edildi. Gol vuruşlarında rüştünü hesaplamış, oyun kurma yeteneği bulunan atletik bir forvet alındı. Defansı önde kurma tercihine binaen atletik ve hızlı bir stoper transfer edildi. Bununla birlikte gevşek bulunan Brezilya modeli terkedildi, sorunlu ve faydasız oyuncularla yollar ayrıldı. Buraya kadar herşey kulağa doğru ve mantıklı geliyor.


Değişim futbolcuların ayaklarında değil, kafalarda olur

Herşey akla yatkın geliyorsa sezon başından beri rayına oturmamış performans düzeyi ve Kayseri maçında iyice dibe vuran futbolun açıklaması nedir? Aykut Hoca takımın beraberinde gelen artılarına bahsettiğimiz gibi transfer hamleleriyle eklemeler yapıp olumlu sonuçlar almayı umdu. Açıkcası ona inanan biri olarak bende. Kayseri maçında sonradan oyuna giren Dia ile birlikte 5 yeni transfer sahadaydı. Bu kaleci hariç takımın %50’sinin değişmesi demek. Ve bu 5 kişi Aykut Kocaman’ın görüşleri doğrultusunda alındı. Topu ayakta tutmak, ayaklar arasında hızla dolaştırmak, bunu yaparken güzel varyasyonlar kullanıp aktif, keyifli, agresif bir futbol sergilemek isteyen Aykut Kocaman’ın. Ama değişmesi gereken en önemli şey unutuldu: Zihniyet!

Bu takım son 5 senede bir kere şampiyon oldu diyerek haklı bir görüşü ortaya koyan Aykut hocanın bu işin sadece saha içindeki oyuncuların isimlerini değiştirmekle başarılamayacağını kabullenmesi gerekir. Ben bunu bildiğine Trabzon maçındaki ilkonbirden dolayı eminim, Young Boys ve Kayseri maçlarında yaptığı oyuncu değişikliklerinden dolayı eminim. Bu takım mevcut şablonun üstüne daha kalifiye futbolcuların yerleştirilmesi ile sınıf atlayacak gibi durmuyor. Açıkcası ben kıpırdanacağını sanıyordum ve sanırım Aykut Kocaman’da öyle. Gerçi birçok maçta kaderin ağlarını ördüğü gerçeğini de es geçmeyelim. İki Young Boys maçında görülen kırmızı kartlar, ikinci PAOK maçında bir türlü kaleye girmeyen ikinci gol ve Trabzon maçında yenilen korkunç üç gol. Ama buna rağmen hamleler yeterli gelmiyorsa yapılacak şeyler olmalı ve var da.

İlk olarak topsuz alanda oyuncuların mezar taşı gibi hareketsiz kalmalarının önüne geçilmeli. Topu ayaklarda hızla dolaştırmak; topu ayağına almakta istekli, kendini takım arkadaşına gösteren oyuncularla mümkündür. Diziliş içinde kendisine verilen mevkide kamp kuran zihniyetle hızlı futbol oynanmaz. Şu an takımda bu konuda en başarılı futbolcu Stoch. Dikkat edin sol açık pozisyonunda oynamasına rağmen onu kah ortada, kah sağ çizgiye yaklaşmış görebilirsiniz. İkinci sırada kendi koridorunda inanılmaz aktif bir oyun sergileyen Gökhan Gönül geliyor. Bu ikiliye iyi niyetiyle Niang ve zaman zaman Emre yardımcı oluyor. Kaleci hariç 10 kişi içersinde 2+2 kişi yeterli olabilir mi?


Elalemin forvetleri geri dönmüyor da ne oluyor?

Temsili mevcut durum!

Temsili hayali durum! (Yabancı sınırı dikkate alınmadı)

Oyuncuların hareketli olmasını isterken onların işlerini kolaylaştırmak da gerekir. Bir futbolcu oyun içinde 90 dakika aktif kalamaz. Bu süreyi uzatmak ve istenenleri kolaylaştırmak için bütün takımın birbirine yakın olması gerekir. Aralarında metrelerce mesafe bulunanan futbolcular sonuca etki edecek pas trafiğini oluşturmakta zorlanacağı gibi geniş alanda markajdan kurtulmakta da sıkıntı çeker. Ayrıca mesafenin çokluğu hareketli olma arzusundaki oyuncuların daha fazla efor sarfedip erken yorulmasına da yol açacaktır. Takımın erken yorulmasının ana nedenlerinden biri Koch gibi bir kondisyonerimiz olmamasından ziyade budur diye düşünüyorum. Bu mesafeyi daraltmanın ilk yolu defansı önde kurarak sahayı boylamasına sıkıştırmaktır. Tek forvetli sistemlerde ileri uç kanatların çizgiye paralel kalmaları yerine daha içerde ve içeri katederek oynamaları da bir başka çözüm. Örnek bulmak isteyenler Chelsea maçlarınıda Malouda ve Anelka’nın oyun içindeki pozisyonlarına dikkat etsinler. Chelsea’nin stoperleri ve özellikle kanat bekleri o kadar oyunun içindeki sağ ve sol çizgide oynayan oyuncular mecburen ve çok doğru olarak daha içerde ve bunun bir sonucu olarak sürekli aktif bir oyun oynuyorlar. Gökhan ve Santos gibi iki hücumcu ve kaliteli beklere sahip F.Bahçe bu avantajını Chelsea gibi kullanabilir. Ama defansı geride kurmak bu beklerin metreler süren bindirmeler yapmalarına ve geri dönüşlerde sıkıntı çekmelerine neden oluyor. Dünyanın üst düzey liglerinde takımlar iki forvet tercihlerinde ya da savunmaya hiç yardım etmeyen kanat/forvet tercihlerinde defansif sıkıntılar çekmemelerinin ardında bu yatıyor. Ama biz hala Stoch geri koşmuyor, Quaresma defansa yardım etmezse İbrahim’in hali ne olur konularını tartışıyoruz. Messi, Nani, Anelka, Arshavin, Ronaldo sürekli ayağa mı kayıyor? Tuncay Şanlı gibi yerden yere mi atıyor kendini de bu takımlar takım savunmasında sıkıntı çekmiyorlar? Oyun alanını ne kadar sıkıştırırsanız oyuncuları o kadar az koşturursunuz. Gerçek bu.

Bu gerçekler neticesinde Aykut Kocaman’ın oyuncu tercihleriyle yeterli kalmayıp yapması gereken ekstra şeyler var. Değişim sözüne sadık kalacaksa daha fazla zaman kaybetmeden bunlar yapılmalı. Ve yaparken cesur davranıp hiçbir baskıya, yaptırıma ve zorunluluğa bağlı kalmamalı. Ne şiş yansın ne kebap derken aşçının işinden olmasını istemeyiz.

Alex neden oynamıyor?


Sözü bitirmeden önce Aykut Kocaman’a Alex üzerinden yapılan eleştirerele kendi perspektifimizden bir yanıt verelim. Kimse Alex’ten pres yapmasını, rakibe basmasını, hataya zorlamasını beklemiyor. Alex’ten tek istenen harika yetenekleri doğrultusunda oyunun hücum yönünde toplu ve topsuz alanda daha aktif ve hareketli olması. Aktif olmak arada sırada defans bloğundan topu alıp yanındakine vermek değildir. Benzerlik kurup Mesut Özil’e bakın o koşuyor mu diyenler R.Madrid maçlarını izlesinler. Mesut’un kaç metre top sürdüğüne, oyunu sürekli ters kanatlara veya dikine yönlendirdiğine dikkat etsinler. Alex’i en son top sürerken gördüğünüzde kaç metre ilerledi? Kayseri maçının ilk yarısında kaç kez topla buluştu ve bu topla buluşmaların arasında kaçar dakika vardı? Son 5 sezonda Alex’i sağ ya da sol çizgide topu taşırken ya da oralardaki boşluğa kaçarken kaç kere gördünüz?

11 Eylül 2010 Cumartesi

Bursa Efekti

bursa - eskişehir 2-1

Geçen sezon Bursaspor’un şampiyonluğu her ne kadar büyük ve önemli bir olay olsa da; ünvan, Fenerbahçe’nin karşısında birleşen büyüklerin yaygarası ile bir süre kutlandıktan sonra en kısa yoldan (transer sezonu ile) İstanbul’a geri döndü. Medya “büyük bir olay” yorumundan öteye gidemedi Bursaspor’un şampiyonluğu için. Cümleler böyle başladı ve bir çırpıda bitti. Bu sektörün can damarı rating. Ve Bursaspor bir şehir takımı, umuma yayılması şu günde sözkonusu değil. Trabzonspor’u büyük yapan kazandığı şampiyonluklarla beraber hemen hemen her ilde (ya da çoğunlukla büyük illerimizde) hatırı sayılır bir taraftar kitlesine sahip olmasıdır. Özetle, görünen o ki şimdilik Bursa ya da harici bir takımın şampiyonluğu kamuoyu için ancak bir başka “büyük” takımı engellediği sürece anlamlı, diğer sürelerde değil.

Normal şartlarda sosyo-ekonomik anlamda yeterince güçlü olmayan futbol takımlarının sürpriz başarılara imza atan kadrolarını korumaları olduça zordur. Ancak Bursaspor “sürpriz başarı” çıtasını en yükseğe yani şampiyonluğa taşıyarak kadrosunu korumayı başardı. Görünür sebep olarak gözüken yüksek bonservis bedellerinin arkasında bu haklı neden var. Ve bu haklı neden kimsenin kalbi kırılmadan kadronun korunabilmesine yol açtı. Muhtemeldir ki şampiyonluk potasından uzak geçecek ilk sezonda Bursaspor kadrosundan önemli oyuncular için İstanbul serüveninin kapıları açılacaktır.

Tahmin edilmeyen bu başarı ile birlikte süper ligin birçok ekibinin iştahı kabardı. Yaratılan bu suni şampiyonluk havası ligin kümede kalmaya oynayan ve şampiyonluğa oynayan takımlar şeklinde ikiye bölünmesine neden oldu. Birçok takımın şampiyonluğu hedeflemesinin ligin kalitesini arttıracağı muhtemeldir ama bu hedefler gerçekçi olduğu müddetçe geçerli. Sezon öncesi tek bir galibiyet dahi alınmadan birkaç transferle “şampiyonluğa oynayacak kadro kurduk” iddiası beklentileri lüzumsuz yere yükseltecek, alınacak birkaç kötü skorla taraftarın homurdanmasına ve takımlarına ilgilerini kaybetmelerine yol açacaktır. Nitekim ligin ilk üç haftasında şampiyonluğa oynamanın öyle kolay olmadığı ortaya çıkmıştır sanıyorum.

Bursaspor – Eskişehir

İlk üç haftayı galibiyetle kapamak Bursaspor üstündeki acaba sorularını bir süreliğine rafa kaldırdı. Şampiyonlar ligi arenası da düşünülerek sezona birçok transferle başlayan Bursa ilk üç haftada özellikle yabancılarının tümünü kullanmadan sadece geçen seneden güçsüz kalan bölgelere yeni transferlerini monte ettiler. Bununla birlikte Ertuğrul Sağlam için oyuna müdahele edebilmek adına zengin bir yedek kulübesi oluşturuldu.

Bursa daha çok hızlı oynamaya, kontra atak futboluna uygun bir takım. Takımın oyun merkezini geriye çekerek hızlı ileri uç adamlarıyla sonuca gitmeyi iyi beceriyorlar. Çok iyi pas yapan bir takım değiller, topu ayaklarında tutmakta ya da topa sahip oldukları anlarda yaratıcı olmakta çok usta değiller.  Buna karşı geçen sezondan farklı olarak şampiyon takımı bekleyen, kapanan ve bir puana oynayan rakiplerle boğuşma sorununu yaptıkları transferle bir ölçüde çözdüler. Eskişehir maçında ilkonbirde sahaya çıkan Insua oyun zekası ve tekniği ile kapanmaya çalışan takımlar karşısında büyük bir güç. Geçen sene Battalla ile yapabildiklerini bu sene daha nitelikli bir oyuncu olan Insua ile ileri taşıyabilirler. Oyun sıkıştığında ve rakip kapandığında çaresizce yetenek özürlü Iglesias’ı oyuna sürmek zorunda kalan Ertuğrul hoca için bu sene daha kaliteli alternatifler var. Eskişehir maçında skor dezavantajını lehine çevirmek için geçen sezondan farklı olarak bu sene artık oyuna Nunez gibi bir oyuncu giriyor. Orta sahada teknik kapasiteyi yükseltmek veya Hüseyin’e ara sıra nefes aldıkmak adına Ergic-Svensson ikilisini kullanabilecekler. Svensson Türkiye’ye ayak uydurabilirse bakarsınız yerli Cristian Poulsen olabilir.

Insua’nın akıl dolu oyunu Sercan’ın bencilliğine takılınca öne geçip oyunu kontra atağa uygun haline getirme fırsatını kaçırda Bursa. Eskişehir’in üç sakatlık yaşaması zaten her an gol yemeye müsait yapılarını iyice bozdu. Buna karşın Bursa üretken olmakta zorlandı, hücum hattının Insua ile yeterince anlaşamadığını gördük. Nunez değişikliği ile gelen ilk gol ve en iyi yaptıkları şey olan hızlı atak ile gelen ikinci gol Eskişehirspor’un bir maçtan daha hüsranla ayrılmasına neden oldu. Eskişehir iyi bir takım gibi gözükmesinin yanında çok yetersiz bir takım. Yeni transfer Pele oyun içinde sıklıkla boy gösterse de teknik açıdan takımı taşımaktan çok uzak. Jaycee de teknik açıdan aynı derecede yetersiz. Boş alan futbolcusu izlenimi verse bile top sürerken bile “balta” etkisi bırakıyor bende. Sezer orta sahayı teknik yönden biraz toparlıyor ve onun  Tello ile pozitif etkisi Pele’nin verimsiz ama mücadeleci yapısıyla birleşince Eskişehir’e güç katıyor. İkinci yarı zaten hasta olan Sezer’in oyundan çıkışı oyunun dengelerini değiştiren en önemli etkenlerden biri oldu bu yüzden.

Beklendiği gibi zor geçen ama yine Bursa galibiyetiyle sonlanan bir maç oldu. Görünen o Süper Lig şampiyonluğu Bursaspor’un ikinci sezonda taşıyamakta zorlanacağı bir yük olmamış. Bunu başarıyla atlatan Bursa’nın atlatması gereken ikinci engel Şampiyonlar Ligi olacak. Eğer Şampiyonlar Ligi baskısı ve zorluğu da atlatılabilirse Bursa bu sezon yeniden şampiyonluk yarışında olacak gibi duruyor.




8 Eylül 2010 Çarşamba

Etiket yetmez Türkiye affetmez! : 3-2


İnat etmek, skoru geri çevirmek  Avrupa şampiyonasından beri oyun karakterimizi tarif etmekte kullanılabilecek tanımlar oldu. Bugün uluslararası seviye maçlarda sıklıkla yakındığımız “şanssızlık” yine yanımızdaydı ama bu sefer kardeşiyle birlikte: “şans”

Bayram’ın ilk ayağı tribünleri dolduran binlerce seyirciden geldi. Açıkcası ben bu kadar kalabalık beklemiyordum. Biletleri makul fiyatlarda ayarlayan TFF yöneticilerine tebrikler. Şükrü Saraçoğlu’nun sahada oynanan futbola etkisi aşikar. Bunra rağmen geçtiğimiz elemelerde bu stadta tek maça yer veren Fatih Terim’e selam olsun.

İlk yarı

4-3-3 kurgusuyla sahaya çıktık. Orta saha Aurelio, Selçuk İnan ve Emre’ye emanet edilmişti. Bu üçlüden hücuma en yakın olanı Emre en uzak olanı Aurelio. Aurelio’yu izlemeye izlemeye unutmuşuz. Oyunu muhteşem okuyor. Bazen adam markajında, bazen alan savunmasında, bazen sağ bek! Belki maç eksiği bulunabilir ama milli takım için mevkisinin en iyi adamlarından. Onu topsuz oyunda izlemek gerek. İleri üçlünün iki kanadı Arda ve Hamit ikilisinden Hamit ilk yarıda yok. İsmail Köybaşı Arda ile birlikte o kadar bindirme yapmışken Sabri de oyunda yok. Hamit’in kaleye sırtı dönük oynaması, adam geçmesi bunlar onun için elzem şeyler. İlk yarıdaki silik görüntüsünün 4-3-3 kanadında olmasıyla doğrudan etkisi var. Tek forvet rolünde cesuryürek Tuncay var. Kim ne derse desin bu adam gerçekten yüreğiyle oynuyor. Tek forvet için uygun adam olmasa bile üstüne basa basa söylüyorum “hiç yoktan” aldırdığı fauller ile yine de faydalı oldu ilk yarı boyunca. O mevkinin adamı olmadığını henüz maç 0-0 iken altıpas içinde vurduğu kafa vuruşuyla belli etti. Zaten belli bir teknik zaafiyeti yıllardır var, biliriz :)

Belçika savunmasını ilerde kurdu, oyunu dar alana sıkıştırdılar. Maç bazen 20-30 metre içinde oynandı. İlk yarı üretilemeyen pozisyonlarda bunun etkisi büyük. Takım halinde hareket ediyorlar, blok halinde geri blok halinde ileri. İkinci yarı hem erken gol hem kırmızı kart bu düzeni bozdu. Almanya maçında olduğu gibi Lukaku hariç tüm takım topun arkasında. Şanslı iki golleri dışında sahada yoklar. İlk yarıda buldukları yürekleri ağızlara getiren pozisyonu saymıyorum. Oyuncularının etiketleri kadar ederi olan bir takım değil Belçika. Bana kalırsa en büyük zaafiyeti Leekens. Bu kadar korkak olmamalı. Üçü hazırlık maçı olmak üzere son 5 maçlarında tek galibiyetleri hazırlık maçında 2-1'le Bulgaristan'a karşı. Bulgaristan ve bize attıkları 2şer gol dışında 3 maç golleri yok. Bize attıkları goller de ortada. Tabi biz bunun için Leekens'e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Bir diğeri Hazard. Hazard’ın oynamaması (son 10dk hariç) bizim adımıza muhteşem.

İkinci yarı

Selçuk İnan <-> Semih değişikliği bize 2 oyuncu daha kazandırdı. Tuncay ve Hamit. Tuncay stoperler arasında kaybolmaktan kurtuldu, Hamit kaleye sırtı dönük oynamaktan. Erken gelen gol bayram şekeri gibi tadlandırdı tribünlerin ağzını. Muhteşem bir gürültü, muhteşem bir şov başladı. Yalnız ikili orta saha ile orta alan hakimiyetini biraz kaybeder gibi olduk ki kırmızı kart ve goller peşpeşe gelerek her şeyi değiştirdi. İkinci yarıda kısa bir süre için silkinmiş görüntüsü veren Belçika’nın bu görüntüsünün ardında yatan orta sahada rakibe bırakılan alanlardı. Aurelio bu tür durumlarda stoperlerle bir oynamayı tercih ediyor ve bu tabiki orta sahanın boşalmasına neden oluyor.

Şanssızlıkla (aslında beceriksizlik!) birlikte şansın da yanımızda olduğu bir geceydi. Hemen hemen girdiğimiz her pozisyon, ya da amiyane tabirle vurduğumuz her şut kaleye girdi. Hem Hiddink hem de futbolcularımız için ikinci maçta Belçika ile karşılaşmak kötü bir fikstürdü. Ama kötü iyiye çevrildi bir şekilde. Hiddink bu iki maçla, şimdiye kadar izlediği kasetlerden 2 kat daha fazla bilgi edinmiştir milli takımımız hakkında.

Elveda 2C Hoş geldin Hiddink!

Maç öncesi yazımızda yer verdiğim, Fatih Terim’in ifadesiyle milli takıma kendi kazandırdığı 2C (coşku ve cesaret) bu takımda zaten mevcut. Terim ocağın altını daha bir körüklüyordu sadece. Hiddinkle birlikte formülüz şu: 2CO² (coşku, cesaret, organizasyon) Hem Almanya ve diğer ülkelerde hem de ülkemizde oynayan genç futbolcuları takıman monte edebildik mi bu iş olacak. Belki kupa kaldıracak bir jenerasyona sahip değiliz ama hiç değilse kupalara abone olan bir jenerasyon üretmeliyiz. Bu da kupa kaldırmanın ilk basamağıdır...

7 Eylül 2010 Salı

Belçika’yı Beklerken



Tarih tekerrürden ibaret gerçekten. Geçtiğimiz Dünya Kupası elemelerinde Ermenistan gibi kolay bir rakibi yenip ikinci maçta evimizde Şükrü Saraçoğlu stadında Belçika ile karşılaşmıştık. Bugün Kazakistan galibiyeti sonrası yine Kadıköy’de Belçika ile oynuyoruz. O maç 1-1 bitmişti bakalım bu sefer ne olacak?

Karar verin Belçika iyi mi kötü mü?


Bizde rakibi aşağılama ve küçümseme bir hastalık. Aslında acınacak halimize gülmek yaptığımız. Katıldığı turnuvalarda başarılı olan ama turnuvalara katılmakta başarısız olan bir milli takım, Avrupa düzeyinde 5 senede bir çeyrek final gören kulüp takımları. Çoğu zaman ön elemelerde, ilk turlarda edilen vedalar. Ama bu yenilgiler kendimizi dev aynasında görmemizi engellemiyor. Kendine güvenmek ile kendini büyük görmek arasında açık farklar vardır. Bunu idrak edebildiğimiz zaman Avrupa’nın düşük seviyeli takımlarına yenilmekten, puan kaybetmekten kurtulacağız.

Grupta Almanya’nın birinciliğine bizim kamuoyumuz da kesin gözüyle bakıyor. Büyük bir sürpriz olmadıkça Almanya’nın ilk sırayı almaması zor. Geriye şamiyonaya giden yolda ikincilik kalıyor. İkincilik için grupta iki ciddi rakibimiz var Belçika ve Avusturya. Belçika bu ikiliden önde olanı. Yani rakibimiz Belçika. Belçika’nın yeniden yapılandırılmasını, genç kadrosunu, Avrupa’nın önemli liglerde oynayan futbolcularını artık hesaba katmaya gerek yok. İkincilikte rakibimiz olarak görüyoruz çünkü iyiler. Tartışma benim için burada bitiyor.

Almanya maçında forvette görevlendirilmiş Lukaku hariç bütün takım topun arkasında durarak müdafaa yaptı. Bu oyun stilinin Almanya merkezli bir tercih olduğunu sanıyorum. Hiddink’in tahmin ettiği gibi defans yapmaları muhtemel ama Almanya maçı kadar değil.  Topa sahip oldukları dakikalarda etkili olduklarını gördük. Pas yaparak geldikleri Alman kalesinde 2 kere ince ofsayta yakalandılar. Topa sahip olduğunda kesinlikle boşlanacak bir takım değil.  Hücum merkezleri daha çok sol çizgide oynayan Hazard gibi duruyor.

Dün ve Bugün


9 Eylül 2008 günü Fatih Terim Belçika maçı öncesi basın toplantısında 2C’yi takıma oturttuklarını söyledi. Coşku ve Cesaret. Terim’in coşkulu ve cesur kadrosu&futbolu 2010 Dünya Kupası elemelerinde hezimete uğradı. Gerçekten de F.Terim’in coşkudan başka bir etkisini göremedik şimdiye kadar. Euro 2008’de alınan yarı final de buna dahil olmak üzere. Selefi Hiddink Belçika maçı için kontrollü saldırıdan bahsediyor. Önceki açıklamalarında da atak oynamayı seven bir takım olduğumuzu fakat modern futbolda atak oynarken iyi defans yapmanın gerekliliğini de vurgulamıştı. Disiplin yönü ağır basan oyuncuların yaratıcı yönlerini ortaya çıkaran bir tarz geliştireceğiz demişti. İzleyip göreceğiz.

10 Eylül 2008 günü Belçika karşısına şu onbirle çıkmıştık:

1.  VOLKAN DEMİREL( FENERBAHÇE )
2. SERVET ÇETİN( GALATASARAY A.Ş. )
3. ÇAĞLAR BİRİNCİ( DENİZLİSPOR )
4. GÖKHAN ZAN( BEŞİKTAŞ A.Ş. )
5. EMRE BELÖZOĞLU( FENERBAHÇE )
6. GÖKHAN GÖNÜL( FENERBAHÇE )
7. ARDA TURAN( GALATASARAY A.Ş. )
8. MEHMET TOPAL( GALATASARAY A.Ş. )
9. SEMİH ŞENTÜRK( FENERBAHÇE )
10. TUNCAY ŞANLI( MIDDLESBROUGH )
11. KAZIM KAZIM( FENERBAHÇE )

Hakan Balta ve Aurelio ve Hamit sakat oldukları için oynayamadılar. Hakan Balta bugün de sakat. Yerine İsmail Köybaşı oynayacak. Bugün Volkan yerine Onur var. Yani bugün oynayacak onbirle dün oynamış onbir arasında eksiklerin olmadığı düşünsek Semih-Nihat farkı var bir tek. Muhtemelen Nihat o zaman sakatlığı yüzünden yer almamıştır milli takımda. Terim’in 2C’sine karşı Hiddink’in Kontrollü Atak’ı. Şartlar eşit değil ama benzer. Kazanan Türkiye olsun.




Dünyanın en çok satan klüp formaları Top10

(Kaynak sportingintelligence)

İki büyük üretici Adidas ve Nike'a göre yapılan araştırmada listenin zirvesinde M.United var. İkinciliği R.Madrid alıyor. Yalnız Adidas cephesinde işin içine ekstra ürünler girince markanın en büyük müşterisi Liverpool. Popülaritesi azalmış İtalyan futbolunun üç lokomotif takımı listede yer almışlar. 4 İngiliz, 3 İtalyan, 2 İspanyol ve 1 Alman takımı var. Ayrıca bu takımlar Deloitte Para Ligi araştırmasına göre dünyanın en zengin 10 kulübü. Para parayı çekiyor gördüğünüz gibi.

Bizim ligimizde öncelikle F.Bahçe'nin başarısıyla bütün kulüplerin iştahını açan forma ve yan ürün satışlarını global düzeyde arttırmak için hem kulüplerin hem de ligimizin marka değerinin sözde değil "özde" gelişmesi gerek. Bununla beraber Asya ve Ortadoğu'daki nüfuzumuzu kullanmamamız için hiçbir sebep yok. Bu listedeki büyük kulüplerin Amerika ve Asya gezileri yapmaları gibi bizde Asya'daki Türk devletlerini gezmeyi orada maçlar yapmayı düşünmeliyiz. Ha keza aynı ilgiyi Ortadoğu ve zengin Arap ülkelerinde de bulabiliriz. Tek bir geziyle binlerce forma satılmaz elbette, bunu bir ritüel haline getirerek takım ve lig bilinirliğinin arttırılmasını sağlayacaktır. Tüccar adam bir "mal" ürettiği zaman bunun alıcısının kim olduğunu bilir. Bizim takımlarımız ve bizim ligimiz şimdilik Japonya, ABD gibi piyasalarda rakipleriyle boy ölçüşemez. O zaman potansiyeli olanları kullanmaktan neden geri duralım?





6 Eylül 2010 Pazartesi

Enzo Zidane: Babasının oğlu hangi milli takımı seçecek?


Konu Zidane'ın oğlu olunca daha bu yaşta geleceği ve tercihleri merak konusu oluyor. Aslında sıklıkla büyük futbolcuların oğullarının babalarının ismine yakışır bir kariyer yapamadıklarına şahit oluruz. At yarışlarının aksine futbolcunun orjinine pek bakılmaz :) Ama şimdilik Zinedine Zidane'ın oğlu Enzo Zidane bir istisna gibi duruyor. Real Madrid altyapısında oynayan 1995 doğumlu futbolcu anne tarafında İspanya pasaportuna sahip. İspanya futbol federasyonunun onu U16 milli takımına çağırması gündemde. As gazetesinde çıkan bir röportajda baba Zidane'a bu konu sorulmuş. Zidane İspanya ya da Fransa tercihlerinin her ikisininde iyi olacağını oğlunun şimdilik Real Madrid adına oynamaktan keyif aldığını söylerek politik bir açıklama yapmış. Videolardan Enzo hakkında tam teşekküllü bir değerlendirme yapmak mümkün değil. ama babasıyla özdeşlenen Marseille Roulette hareketini yapabildiğini görmek güzel...




Youtube izleyemeyenler sitenin sağ tarafındaki açıklamayı dikkate alsınlar.

5 Eylül 2010 Pazar

Kazanmaya alışmak: Cumhuriyet Kupası 0-3


Milli takım arasını Süper Lig seviyesinde bir takımla hazırlık maçı oynayarak geçirmek çok doğru bir hareket. Milli takımlara katılamamış futbolcuların özellikle maç kondisyonu kaybetmemeleri açısından faydalı. Bununla birlikte A takıma hazırlanan gençlerin forma heyecanlarını azaltmak, iştahlarını kabartmak için biçilmiş kaftan. Gençler ve as takım oyuncuları arasında bir sinerji yaratmak, futbol takımının her yaştan oyuncusuyla bir bütün olabilmesi için de gerekli.

Sivasspor son oynadığı Bursaspor maçı kadrosuna denk bir onbirle sahaya çıktı. Fenerbahçe A2 takımdan 3 genç oyuncuya ilk onbirde şans verip dördüncüsünü ikinci 45 dakikada oyunda tuttu. Bu genç futbolcular eskisi gibi artık bana şans gelmez diye düşünmeden, antremanlarda, A2 maçlarında daha istekli olacaklar forma için.

Mehmet Topuz'un orta alanda kullanılması, gelecekte görmeyi beklediğimiz bir tercihin habercisi gibi. Özellikle yabancı sınırlaması, Alex'siz oyun gibi seçeneklerde bu mevkide oynayacağını düşünüyorum Mehmet Topuz'un. Değişimin onbiri yazısında ortaya koydumuz beklentileri nispeten karşılayan bir futbolcu.

Avrupa maçlarında ortaya çıkan vahim tablonun üstüne ligde alınan güzel sonuçlar, Aykut Kocaman Fenerbahçe'si için klasik bir yorum yapmamıza neden oluyordu: Maç kazanması lazım. Hem takımın kendine güvenini getirecek, hem futbolcuların oyun zevkini arttıracak hem de birbirlerine kaynaştıracak kazanmak. Oynanan maçın statüsü ne olursa olsun kazanmayı bilmek, kazanmayı alışkanlık haline getirmenin ilk adımıdır. Bugün Sivas gibi bir takım önünde deplasmanda as onbirinden çok uzak bir kadroyla 3-0 kazandı Fenerbahçe. Her şartta maç kazanabileceklerini önce kendilerine sonra bizlere gösterdiler. Zaten, başarmak için "kazanmak" gerek.




1 Eylül 2010 Çarşamba

Türkiye - Belçika maçı için taraftar desteği


Romanya hazırlık maçından sonra Rıdvan Dilmen boş tribünler karşısında "Milli takımın seyircisi var ama taraftarı yok" demişti. Ne yazık ki nispeten haklı bir tespit bu. Gerçi o maçın Ramazan'a denk gelmesi ve hazırlık karşılaşması olması ilginin az olmasının başlıca sebeplerinden biriydi. Milli takım sözkonusu olduğunda tek yürek olan milletimiz henüz ortaya net bir milli takım taraftarı karakteri  koyamadı. Ülkemizin dünyanın önemli organizasyonlarında yer almasını can-ı gönülden isteyen herkesi Salı günü Belçika ile oynanacak bu önemli puan mücadelesinde milli takımın yanında yer almaya davet ediyorum.

Federasyonun çok doğru bir hamlesi sonucu biletler sudan ucuz. Kale arkaları 10TL, Fenerium ve Maraton kenar kısımlar 20 TL orta kısımlar 30 TL. Stadın en güzel yerinde bu önemli mücadeleyi 30 TL fiyatla izlemek mümkün. Haydi ama Türkiye!




Del Piero ve Inzaghi R.Baggio'nun peşinde!


Del Piero'nun resmi yayın organı niteliğindeki Tuttosport gazetesindeki bir haberi görünce dikkatimi çekti. Del Piero gazeteye "Roberto Baggio'yu geçmek muhteşem olurdu" gibi bir demeç vermiş. Geçmek istediği konu Tüm zamanların en golcü İtalyan futbolcu listesi. Tabi Del Piero Baggio'yu geçmek isterken eski takım arkadaşını atlamış. Baggio'dan önce Inzaghi'yi de geçmesi gerekir. Ama olayı iki Juventus efsanesi, iki efsane 10 numara arasında değerlendirmek de mümkün.



Lig, kupa, avrupa yani tüm resmi maçlara atılan gollere bakıldığında Silvio Piola 364 golle en golcü isim. Bu kadar golcü bir ismin kariyerinde hiç Serie A şampiyonluğu olmaması da talihsizlik olsa gerek. Hemen ardında bir başka efsane Guiseppe Meazza 338 golle geliyor. Ve üçüncü sıra 318 golle Roberto Baggio'nun. Filippo Inzaghi'nin 312, Del Piero'nun 304 golü var.

Yalnızca Serie A golleri değerlendirildiğinde Baggio'nun bu ikilinin çok önünde olduğunu görüyoruz. Baggio'nun 205 golüne karşılık Del Piero'nun 177 ve Inzaghi'nin 154 golü var. Burada başka bir güçlü isim, Totti 192 lig golüyle öne çıkıyor. Yalnız Del Piero'nun 2006-2007 sezonunda Serie B'de attığı 21 golün bu istatistiğe dahil olmadığını söyleyelim.

1997-98 sezonunda Del Piero ve Inzaghi Juventus adına ligde toplam 39 gole imza atarak şampiyonlukta önemli bir fayda sağlamışlardı. Yolları ayrılan ikili o günden bugüne gollerine son sürat devam ediyor. Strum Graz ile oynanan UEFA Ligi ön eleme maçında nefis bir gol atan Del Piero'ya Lecce maçında sonradan oyuna girip golünü atan Inzaghi'den jet yanıt geldi. Inzaghi; İbrahimovic, Pato, Robinho ekseninde sık sık sonradan oyuna girerek şans bulacaktır. Del Piero ise büyük ihtimalle bütün sezon ilk onbirde banko yer alacak. Bakalım ikiliden biri en golcü futbolcu listesinde zaman olarak kendilerine en yakın efsane konumundaki Roberto Baggio'dan üçüncülük sırasını alabilecekler mi?



a

Yobo Fenerbahçe'de: Tebrikler Servet gelmedi


Aykut Kocaman'ın işaretiyle Fenerbahçe'nin gündeminde bir stoper transferinin olduğu hepimizin malumu olmuştu. Basında ortaya atılan ilk isim olan Saint Etienne'li Bayal üzerinden Fenerbahçe'nin ihtiyacı olan stoper tipini Servet mi lazım Neill mi? yazısında belirtmiştik. Defansını önde kurmak, alan daraltıp topa sahip olmak isteyen bir takımın atletik ve hızlı savunmalara, tercihen topla oynama konusunda yetenek fakiri olmayan oyunculara ihtiyacı vardır. Tekrar detaya girmek istemiyorum. Fenerbahçe transferini yaptı ve Premier lig'den ismine hepimizin aşina olduğu Everton futbolcusu Joseph Yobo ile kiralık olarak anlaşıldı. Transferin ilk başarısı Yobo'nun kiralık olarak takıma katılmasıdır. Bununla birlikte Yobo'nun hızlı ve atletik bir stoper oluşu tam isabet. Fenerbahçe'de göstereceği performansı hep birlikte göreceğiz. Ama Bilica'dan hiç değilse takıma getirdiği hız ve derinlik açısından daha yararlı olacaktır.

Bununla birlikte Newcastle döneminde Emre Belezoğlu ile yaşadığı ve Emre'nin aklanarak çıktığı ırkçılık tartışması basın tarafından kaşınacaktır. Muhtemelen ikiliden sürekli "Aramızda bir problem yok" açıklaması duyacağız. Hayırlı olsun.



a