28 Aralık 2010 Salı

Geleceğe Dönüş : Arsenal 3-1 Chelsea



Gençlik yatırımı Arsenal, son dönemlerde sürekli kaybettiği Rus yatırımı Chelsea karşısında Londra derbisini 3-1 kazanarak inandıkları felfeseye dünyanın her yerinden destek veren futbolseverlere yeni yıl hediyesi verdi. 

Sezonun başlangıcından sonra girdikleri korku tüneline kadar Chelsea'nin oynadığı futbola hayranlıkla yaklaştığımı söylemeliyim. Aynı dönemlerde Barcelona birlikte zamanın en formda ve güçlü takımı konumundaki Chelsea bu gece formsuzluğunun zirvesindeydi. İstatistiklere bakılınca kaleye bulan 4 şutları son dakikalardaki hengame esnasında oluştu, Arsenal'li futbolcuların acemilikleri dışında kendi başlarına üretken olamadılar. İlk yarıda büründükleri defansif ve sıkıcı futbolun geçmişten bugüne (Ancelotti dönemi için) süregelen bir sistem olduğunu düşünmüyorum, sağlam defansif özellikleri dışında oldukça kaliteli hücum organizasyonları geliştiren bir takımın bugünkü yaratıcı gücü korkutucu düzeyde. Bununla beraber kaliteli defansif gücünü, kötü kapanan bir takım sınıfına sokmuş olmaları aynı oranda acıklı.

Arsenal yakası birçok futbolseverin desteklemese bile en azından sempati duyduğu bir ekol. Lamsız cimsiz "Arsene Wenger" ekolü. Tekrar tekrar bahsetmeye gerek yok. Maçtan önce Wenger "Artık o kadar da genç değiliz" dese bile ilkonbirde en yaşlı oyuncular 27 yaşındaki Sagna ve Van Persie. 23 ve altında 6 futbolcu var. Üst düzey turnuvalarda yaşadıkları tecrübelere rağmen hala genç bir takım Arsenal. M.United ve Chelsea karşısında yaşadıklar kayıplar mental olarak şampiyonluklarının önündeki en büyük engel. Medya tabiriyle flaş takım olmakla büyük takım olmak arasındaki fark bu. Bu maçları sürekli kaybederek "flaş" takım hüviyetinde seyreden talihleri bu gece büyüklüğe doğru yelken açabilir. Tabi burda mecazi bir kavramdan bahsediyorum, yoksa Arsenal tarihi bazından bir büyüklük değerlendirmesi değil bu.

Fabregas için ayrı bir paragraf açalım. Maça damgasını vurdu mu vurmadı mı bu izleyenlerin keyfiyetine göre değişir, fakat dünya futboluna damgasını vurduğunu, vurmaya edeceğini söyleyelim. İnsanı hayrete düşüren teknik ve zeka niteliklerine sahip paslarından birini üçüncü golde Walcott'a verdiğini hatırlatalım. Hakikaten dünyada Barcelona'ya yakışan yegane futbolcu Fabregas. Transfer olacağı günü sabırsızlıkla bekliyorum.

Eksik maçıyla oldukça avantajlı gözüken M.United bu uzun yarışta karşısına kimi alacak göreceğiz. Arsenal için bugün 3 puan dışında United'ın karşısına dikilmek adına atılan bir adım var. Heyecanları yeterli fakat şimdiye kadar yetmeyen nefeslerinin gücünü bekleyip göreceğiz.



24 Aralık 2010 Cuma

Taurasi: Sensiz saadet neymiş tatmadım bilemem ki!



Ortalıkta Taurasi ve doping sözcükleri aynı ortamda telaffuz ediliyor. Taurasi’ye uygulanan doping testinin pozitif çıktığının doğrulanması bir yana duygusal tarafım “memlekete bir yıldız gelmesin hemen ayağını kaydırırlar” komplosuna tutunmuş. Dedik ya duygusal taraf diye, mantık aramayın! Aynı duygusal taraf testlerin bir çırpıda basına sızdırılmış olmasını; “aman ha örtbas falan ederler belki” korkusunun tezahürü olarak görüyor, tüm bu yaşananları ise kıskançlık. Mantığım bu son komploya "oluru var" tadında yaklaşıyor.

Kadın basketbol tarihinin yaşayan efsanesi ülkemize gelmişken kendisini bize bir Avrupa şampiyonluğu yaşatmadan göndermek olmaz. Dilerim tüm bu testler Taurasi lehine sonuçlanır, biz de kendisini izlemek onuruyla arkadaşlığımıza devam ederiz. Tuttuğun altın olsun denir ya bizde, yediğin içtiğin pozitif olsun be Taurasi!




Beşiktaş'ın yeni oyuncakları



Yaz döneminin transfer yıldızlarından Beşiktaş, kış transfer dönemi resmi olarak henüz açılmadan yaptığı 3 transferle bu döneme de şimdiden damgasını vurdu. Manuel Fernandes kiralık olmak üzere Simao ve Hugo Almeida transferleri ile Quaresma’yı da bu üçlüye katarsak Türk futbol tarihinde Portekiz sayfası açılmış oldu diyebiliriz. Herhangi bir araştırma yapmadan, şimdiye kadar ligimizden herhangi bir takımda bu kadar fazla Portekizli futbolcunun yer almadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Hafızamı zorladığımda üç büyüklerde oynamış, hatırlayabildiğim tek Portekizli futbolcu bir zamanlar Fenerbahçe’de forma giymiş sol açık Dimas. Hatırlayamadığım biriki isim vardır herhalde diye düşünüyorum.

İber yarımadasının İspanyol familyasından ülkemize gelen futbolcular&teknik adamlar listesinde hayal kırıklığı etkisi buram buram hissedilir. Şimdiye kadar hiçbir kulübümüz bu yarımadanın İspanyol kanadından beklediği verimi alamamıştır. Beşiktaşlı Guti’yle bu şanssızlık kırılacak gibi duruyor, buna mukabil İspanya’nın her açıdan komşusu Portekiz’in futbolcularının bu şanssızlık zincirine takılıp takılmayacağını şahsen merak ettiğimi söyyebilirim. Gelen üç transferden Fernandes’in kariyerinde yaşadığı iniş çıkışları bir kenara bırakırsak Simao ve Hugo Almeida  üst düzey futbol oynamaya devam ettikleri kulüplerden geldikleri için, mantıklı olarak bir sorun çıkmayacağını düşünüyor insan, yine de hayat bu. Hattızatında A.Madrid’in Simao’yu bir çırpıda bırakmış olmasını pek anlayamıyorum, aktif olarak kullandıkları bir dönemde üstelik. Kontrat ve yaş meselesi olduğunu sanıyorum, transfer iki taraf için “hayırlı” düzlemde seyretmiş olmalı.

Beşiktaş medyada diğer iki büyük kulübe nazaran arka planda kalmaktan şikayet eder, haklı olduğu gibi zaman zaman bu durumu da hakeder. Uzun süredir bırakın taraftararını memnun edecek, futbol severlerin ilgisini cezbedecek bir takım kuramadıklarından şu günlerde yaşadıkları yoğun ilgiyi geçmişte bu denli tadamadılar. Gerçektende Beşiktaş bazı dönemlerde oldukça “basit” ve “sıkıcı” bir takımla mücadele etmiştir. Şimdi kabaca yeni kadroyu kafamızda kurduğumuzda Ernst-Fernandes-Guti, Simao-Quaresma-Hugo Almeida üçlemeleri oldukça ilgi çeken, merak uyandıran futbolcular. Kağıt üstünde Beşiktaş, ikinci devrenin takip edilecekler listesinde zirveye çıkmış durumda. Beşiktaş’a gönül vermemiş futbolseverler tarafından da bu takım, yakın bir ilgiyle takip edilecektir. Şahsım adına ikinci devrede Beşiktaş’ı simdiye dek olmadığı bir biriçimde “aç” gözlerle izleyeceğimi söyleyebilirim. Renkleri bir kenara bırakıp Schuster’le birlikte bu kadronun futbol adına neler yapabileceğini görmek adına herkesi bu “filme” davet ediyorum.




21 Aralık 2010 Salı

Fenerbahçe 2 - Buca 3: Evde kimse yok!



Maç öncesi doneler Fenerbahçe'nin galibiyetini işaret eder nitelikteydi. Kupa'da ilk maç kaybedildiği için kesin galibiyet gerekiyor, Kadıköy'de (ligde) şimdiye kadar mağlup olunmamış, Bucaspor ligin dibine demir atmış ve iki takım arasında ligde oynanan maç Fenerbahçe'nin 5-2'lik üstünlüğüyle noktalanmış. Öyle ki maç öncesinde FB Tv mikronuna konuşan taraftarlar fark beklentisi içerisinde. Belki taraftarların beklediği fark oluşmadı ama, 5 golle tamamlandı maç.

Hızlı bir özetle bitirelim yazıyı. Aykut Kocaman sene başında işaretini verdiği 4-3-3 dizilişiyle sahada. Dizilişin tek kusuru orta alandaki üçlünün en az ikisinin yaratıcı ve hücuma dönük özelliklerinin bulunmaması. Selçuk bu kurguda yerine oturuyor fakat Cristian ve henüz gelişimini tamamlamamış haliyle Gökay bu özelliklere sahip değil. Keza, F.Bahçe kanatları kullanan 4 oyuncusuyla (Dia-Stoch-Gökhan-Santos) sürekli yükleniyor Bucaspor kalesine. Fakat yapılan ortalar Bucaspor defansı arasında eriyip gidiyor çoğunlukla. Burada sorun Bucaspor ceza sahasında ortaları gole çevirecek tek adam bulunması: Semih Şentürk. Orta saha ve ters kanattaki oyuncular bu denemelere gerekli desteği maç boyunca vermiyor. İkinci gol ve yine Lugano'nun direğe takılan kafa vuruşunda pozisyonlar duran topların devamında geliştiği için rakip ceza sahası F.Bahçe adına oldukça kalabalık. Yani F.Bahçe ceza sahasını kalabalık tuttuğu kanat organizasyonlarından bir gol, bir de şanssızlık kaçan gol pozisyonu çıkarıyor. Bu durum görülüp ataklarda bir türlü ikinci, üçüncü adam sokulamıyor ceza sahası içine.

Bu maçın bana öğrettiği en önemli şey şudur: Emre ve hatta Özer'in yokluğunda 4-3-3 denemesinin F.Bahçe adına beyhude bir girişim olduğu. Dia ve Stoch'un forvet karakterli kanat oyuncusu olmayışları bu eksikliği daha da bir gözümüze sokup çıkardı. Hatta F.Bahçe'nin Aykut Kocaman'ın elinde herhangi bir şartta 4-3-3 felsefesiyle oynayabileceğinden şüphe ettiğimi de söylemeliyim. Şüphemin kanaate varmamasının nedeni kadrodaki eksikler...

Bucaspor'un neredeyse 3 atakta 3 gol bulması oldukça enteresan. Manucho, ilk golde ve kendi attığı üçüncü golde Sestak'ı hatırlatan slalom hareketleriyle F.Bahçe savunmasını kolayca aşıyor. Bucaspor'un ikinci golü akıllıca bir organizasyon ürünü olduğu için yapılacak bir şey yok. Bazen goller ortada bir hata yokken yenir. Serkan'ın üçüncü goldeki hatası felaketi getiren sebep olsa bile ıslıkları haketmiyor. Diğer iki golde Serkan'lık bir durum yok.

Aykut Kocaman yaptığı değişikliklerle maçı F.Bahçe adına bombok bir hale soktu. Alex ve Niang girdikten sonra Gökay'ı sol çizgiye atmasının tek bir mantıklı sebebi var mı? Sağ kanat oyuncusundan vazgeçmişken Gökay'ı illa ki sol çizgiye indirmek neyin nesi anlayamıyorum? Yok eğer Niang sağ açıkta oynamakla görevlendirildi dersek (ki Niang'ın biraz sağa çektiği doğrudur!) bu da külliyen hatalı bir karardır. Kocaman kanat fantezisini Gökay-Uğur değişikliğiyle taçlandırıp, son 20 dakikanın F.Bahçe için heba oluşunu sert mizacıyla takip ediyor saha kenarında. Beklerin iyice hücuma çıktığı, üçlü orta sahanın bu ileri çıkışın açıklarını kapattığı bir sistem neden kullanılmaz? Üstelik elinde Santos ve Gökhan gibi hücum karakterli iki bek varken... Onların eksikliklerini Cristian ve Selçuk giderebilecekken... Gökay, Alex'le birlikte orta sahada köprü görevini üstlenebilecekken... Niang ve Semih 2 forvet karakteriyle oynayabilecekken... Şimdiye kadar kendisi adına gördüğüm en kötü değişiklik ve sistem tercihinde bulundu Aykut Kocaman.

Sonuç olarak bu sezon elindeki tek özellik evde kaybetmeme olan F.Bahçe bunu da yiyerek kupa yarışındaki hasretini 28nci yıla taşıyacağına dair sinyaller verdi. Verilen onca sinyalin arasında bir bu eksikti değil mi sevgili F.Bahçe'liler?



13 Aralık 2010 Pazartesi

Ankaragücü - Fenerbahçe: Oynatmamak: 2 Yürümek: 1




Galip taraftan başlayalım. Ankaragücü’nün galibiyeti ne onlar adına, ne de futbol adına bir kazanç değil. Schuster’in 60’ların futbolu beyanatına ithafen Ümit Özat’ın ligimizde senelerdir sıkılarak tekrarını gördüğümüz “kapanın, seker-düşer bir gol atarız” planı basit bir kolaycılıktan ibaret. Yaşadıkları zorlukları bu oyuna maske yapmak işin başka bir kolaylama yönü. Karşınızda Barcelona gibi allame-i cihan bir takım yok, ilk yarıda topla oynama üstünlüğünü %70 rakibe bırakacak kadar futbol adına umutsuzluğa kapılmak doğru değil! Basitçe söylemek gerekirse fiil karşılığı “oynamak” olan bir oyunun “oynamamak” üzerinden inşa edilmesi akla mantığa uygun bir hareket değil. Bu yüzdendir ki bu fikirlere tutunan insanlar gündelik galibiyetlere rağmen takımlarında tutunamazlar. Senede 2, kariyeriniz boyunca 50 takım gezersiniz, emekli olduğunuzda sizden geriye bir şey kalmaz.

Elbette şartlar zaman zaman böyle oynamayı gerektirebilir (Mourinho’nun Barcelona’ya yaptığı gibi) ama bunu alışkanlık haline getirmek, sizden güçlü her takıma karşı bu anlayışla sahaya çıkmak ne rakibinizi kısaltır ne sizi uzatır. 3 puanı kazandığı için Ankaragücü’nü iyi ilan eden zihniyet haftaya farzı misal Bandırma Belediyespor karşısında yenilen takımı kötü ilan etme hakkına sahip değildir artık. Bozuk saate günde iki kez doğruyu gösterdiği için itibar edilmez zira. Bu söylediklerim bugünkü maç üzerinden bu görüşe sıkı sıkıya bağlanmış tüm futbol adamları için, Ali’ye Veli’ye özel bir şey değil.

Fenerbahçe cephesine bakalım: Su sıfır derecede donar, Fenerbahçe’li oyuncular deplasmanda! Fenerbahçe’nin donuk futbol oynaması için kar yağışı şart değil, Katar güneşi bile futbolcuların kaynaması için yeterli ısıyı üretemeyecektir. Sezon başında “değişimden” söz eden Aykut Kocaman’ın takımının başlangıçtaki görüntüsünün aksine günbegün geçen sezonun Daum Fenerbahçe’sine evrimi, değişimin rotasından saptığının göstergesi. Orta saha oyuncularında korkunç bir durgunluk; topla oynama istekleri, oyun kurma istekleri ameliyatla geri döndürülemez bir biçimde alınmış sanki. Alex hep eleştirdiğimiz ikinci forvet mevkisinde markajın kollarında uykuda. Pas veren futbolcunun tiyatroda rolü bitmiş de sahneden çekilmiş bir oyuncu gibi yürüyerek maçı izlemesini ben Fenerbahçe’de gördüm! Oyun defanstan kurulacağı esnada topa sırtını dönen orta saha oyuncusu olarak Cristian’ı müşahede ettim! Spikerlerin“Pas verecek arkadaşını bulamadı” cümlesi bugün modern futbolda çoktan tarih oldu, fakat bizim kendimize has yüzyılımızda hala yaşıyor. Bütün Fenerbahçe’li futbolculara bizlerle paylaştıkları futbol ziyafeti için “subhanallah ibretlik bir paylaşım” mesajı atmak isterim. İbretle, hayretle izliyoruz nitekim!

Aykut Kocaman’a onu niye oyundan almadın, bunu niye sokmadın demek isterim tabi bu yazının içinde. Ama yedekte oturan Ibrahimovic’in oyuna girip bu maçı çevirmesi tıpkı Ankaragücü’nün bu anlayışla maçı kazanması gibi gelecekte yarar getirecek bir şey değildir. Futbolda istikrarlı sonuçlar ve başarılara imza atabilmek tek maçlık olumlu tercihlerden daha fazlasını gerektirir. “Bu takım son 5 sezonda 1 kere şampiyon oldu” diyen Aykut Kocaman takımı son 5 senedeki formatıyla oynatıyorsa Stoch girmiş, Alex çıkmış, maç 3-2’ye dönmüş bir şey fark etmez. Bugün benim için bu maçtan çıkan yegane sonuç an itibariyle sezon başı telaffuz edilen “Değişim” sözünün palavradan ibaret olmasıdır. Tabi “an” bu değişir, yarın ne getirir bilinmez…

11 Aralık 2010 Cumartesi

Eskişehir'de Komplo teorileri: 2 Futbol: 0



Sondan başlayalım. Eskişehir karşısında alınan yenilgi derhal takımın maç günü Eskişehir’e gelmiş olmasına bağlandı televizyon erkanında. Bu durum kendisinden sorulan Schuster gülümseyerek “Yarım saatlik yolculuğun kimseyi yorduğunu sanmıyorum” dedi. Teknik direktörün bu yorumu kesinlikle geçerli ve yeterli görülmeyerek tüm hafta boyunca en çok konuşulan şey olacak medyada bundan eminim. İkinci “maçtan önce kamp olmaz mı hiç!” seferleri çoktan başladı. Birinci seferin muhatabı şu an işsiz.

İkinci komplo teorisi, mikser niteliğine günden güne ısınan spiker Melih Gümüşbıçak’tan geldi. Kırmızı kart çıktığı anda karar verilmişti: Ligin son haftası noel tatiline denk geliyordu, Guti rahat tatil için kolayca attırmıştı kendini oyundan. Tv ekranında iş popülizme gelince mangalda kül bırakmayan, yöneticilere, futbolculara, taraftarla itidal çağrısında bulunan şahsı muhteremlerin hiçbir dayanağı olmadan kitleleri hastalıklı komplo teorileriyle doldurmalarının ne anlamı var? Niang’ın golü şans eseri, hakemin kararları F.Bahçe orjinli, Guti’nin kartı noel maksatlı. Biraz fazla olmuyor musunuz Melih bey?

Maça gelelim. Onca sakattan sonra sadeleştirilmiş, sıradanlaşmış bir Beşiktaş var. Schuster elindeki malzeme gereği 4-3-1-2 tadında bir sistemle sahada. Keza yokluk bu sistemi körüklüyor birkaç haftadır. Eskişehirspor’un topun arkasına geçerek Beşiktaş’a hiç alan bırakmamak gayretinde olduğu çok açık. Maç sonrası futbolcuların yorumlarında haftaiçi Bülent Uygun’un “Bırakın top onlarda kalsın, defansın öne çıkmasını fırsat bilip araya oynayın” dediğini öğreniyoruz. Zaten Beşiktaş sezon içersinde sürekli bu taktikle mağlup ediliyor. Bu sistem, yani nispeten kanatsız oynamak, beklerin hücuma daha fazla ve etkin katılmasını zorunlu kılıyor. Bu zorunluluk Eskişehir’in kanatlardaki boşluğu kullanmak istemesiyle birkaç tehlikeli atağa dönüştü ilk yarıda. Bununla beraber topyekün topun arkasında duran bir rakibe karşı kalabalık orta saha kurgusu üretkenlik getirmiyor. Bekini çıkartsan bir dert çıkartmasan ayrı bir dert. Üstelik bu sıkışıklık bugün itibariyle daha forvet karakterli oynaması gereken Guti’nin sürekli geriye çekilip oyun kurmaya çalışmasıyla daha da yoğun akıcı bir kıvama büründü. Tabi Schuster adına yapılacak bir şey yok. Müdahale aralığı dar hatta sıfır bana kalırsa. Ben Beşiktaş bu şartlarda nasıl gol atacak acaba bir duran top haricinde diye düşünürken Guti’nin kırmızı kartı geldi cihana. Bundan sonrası bahane…

İkinci yarıyla birlikte rakibin eksikliğini iyi kullanan Eskişehirspor (Schuster’in bana kalırsa başarılı hamlesine rağmen) Tello’nun sahaya katılımıyla daha yaratıcı daha estetik bir hale bürünerek maçı kopardı. 30 sene sonra gelen bu galibiyetin Eskişehirspor için anlamını bilemiyorum ama Beşiktaş için anlamının acıtıcı olduğu bir gerçek. Üstünde yer alan 4 takımın alacağı skorlar Beşiktaş’ın ikinci yarı talihini belirleyecek. Bu dört takımdan, Trabzon+1 takımın galibiyeti işleri Beşiktaş adına berbat etmek için yetecektir bana kalırsa.

Kırmızı kart mevzusu için ek paragraf açalım. Bir futbol izleyicisi olarak; alkış olsun, topu yere vurmak olsun, hele ki kart işareti yapmak olsun bu tür hareketlerin cezalandırılmasına son derece gıcık oluyorum. Teşbihte hata olmaz diyerek, “deliye yetki vermişler önce babasını kesmiş” misali Türk hakemlerinin bu tür direktifleri abartılı doğrulukta uyguladıklarını görüyoruz yıllardır. Avrupa maçlarında ben örneğine şahit olmuyorum. Futbolcu bazen kart istiyor, bazen topu yere vuruyor. Bu kadar kolay cezalandırılmıyorlar. Bazı fiillerin o an hırsla dolmuş bir bünyeden çıktığını unutmamak gerekir. Tıpkı seyircisiz oynama cezalarının futbolu çirkinleştirmesi gibi bu tür basit hareketlerle oyuncu atmak da futbolu öldürüyor. Hakemler akıcı futbolun düşmanı sertliklere müdahale etmekte bu oranda istekli ve başarılı olsalar, daha güzel bir iş yapmış olurlar.




10 Aralık 2010 Cuma

Bu cezalarla lig bitmez!



Geçen sezonun bakiyesi ile başladı Fenerbahçe lige. Beşiktaş-Bursaspor maçı öncesinde yaşanan olaylar neticesinde 2x2 dört maç seyircisiz cezası çıktı. Seyircisiz oynama cezası futbolu öldürüyor, öldürmüyorsa süründürüyor, hiç olmadı anne-baba ayrı çocuk gibi ortada bırakıyor! Bu klişelerde hemfikiriz sanıyorum.

Fakat şu durumda federasyona söylenecek fazla bir şey yok. Ortada bir cürum var ve bu cezalandırılmalı. Bizlerin ve hatta federasyonun ortak şikayeti ise bu cezalandırmanın yanlış adrese yapılıp durduğudur. Stad dışında kavga çıkıyor, cezası 2 maç seyircisiz oynamak. Ne alakası var değil mi?  Yani kulübünüzü seviyorsanız kavga etmeyin, birbirinizi bıçaklamayın e mi çocuklar diyor yasalar.  Çıkacak ilk kavgada yarım sezon seyircisiz oynama cezası verilecek deseniz, o kavga yine çıkar. Kavga dövüş böyle engellenmez.

Askeriye'de yazılı olmayan kanunlar vardır bilirsiniz. Bir kişinin yaptığını herkes çeker. Sen bir öküzlük yaparsın bütün bölük çarşıya çıkamaz. Bu basitlikte kurulmuş ceza kanunu olur mu? Futbol, bir bölük askerin idare edildiği ilkel kurallardan çok daha fazlasını hakediyor.


>br>

7 Aralık 2010 Salı

İlk yarı golleri Migros'a

Fenerbahçe’nin maçların ilk yarısında sergilediği performansın ikinci yarılarla çeliştiği sağır sultanın bile malumu. Hastalığın Karabükspor maçında yeniden gösterimi sergilenince spor basını ilk yarı istatistikleriyle doldu taştı. Şimdi biz ilk yarı istatistiklerini Şükrü Saraçoğlu’nda oynanan maçlarla sınırlandırıp başka bir noktaya odaklanalım:


Rakip Skor Migros Telekom Başlama
Antalya 4-0   * 4      0 Antalya
Manisa 4-2      3   * 1 F.Bahçe
Beşiktaş 1-0   * 1      0 Beşiktaş
G.Birliği 3-0      1   * 2 F.Bahçe
G.Saray 0-0   * 0      0 F.Bahçe
Eskişehir 4-2   * 3      1 F.Bahçe
Buca 5-2   * 3      2 Buca
Karabük 2-1   * 2      0 Karabük
* İlk yarıda hücum edilen tribün

Şükrü Saraçoğlu stadında oynanan maçlarda ilk yarılarda atılan gollerle ikinci yarılarda atılan goller genel istatistikle örtüşüyor. Fenerbahçe kendi sahasında oynadığı maçların (toplam 8) ilk yarısında rakip takımlara toplam 16 gol atarken ikinci yarılarda 7 gol atabilmiş. Burada enteresan gelebilecek bilgi sekiz maçın altısının (8/6) ilk yarısının migros tribününe karşı oynanmış olması. F.Bahçe sadece 2 maçta ilk yarıyı Telekom tribününe karşı oynamış. İlk yarı-ikinci yarı şeklinde ayırmadan maçın bütününe baktığımızda Migros tribünü tarafına atılan gol sayısı 17 Telekom tarafına 6. İlk yarıları Telekom tribünü tarafına oynanan iki maçta ilk yarıda atılan gol sayısı 3 ikinci yarıda (Migros’a) atılan 4. Yani garip şekilde Fenerbahçe’nin Migros tarafına daha çok gol atması söz konusu.

Sekiz maçın altısında ilk yarılar Migros tribününe karşı oynanmış dedik. Bu sekiz maçın dördünde oyuna Fenerbahçe başlarken dördünde rakip takımlar oyuna başlamış. Rakip takımların oyuna başladığı dört maçta da Fenerbahçe’nin kale tercihi Telekom tarafı olmuş, yani Migros tarafına hücum etmeyi tercih etmiş. Yani top kale seçiminde kale hakkı Fenerbahçe’de kalınca ilk yarıların Migros tarafına doğru oynanma alışkanlığından sözedebiliriz.

Elbette bu rakamlar Fenerbahçe’nin oyun şifrelerini falan vermiyor, dediğim gibi en fazla kale seçimi alışkanlığından sözedebiliriz. Daha kesin bir sonuç için sezonun tamamına bakmak gerekiyor, zamanı gelince ona da bir bakarız. Fakat bu rakamlardan alınabilecek şöyle mantıklı bir sonuç var: Saraçoğlu’nda kale arkasında maç izleyecekseniz daha fazla gol görmek için (ya da daha net!) Migros tribününden bilet almak daha doğru bir seçim olabilir :)


6 Aralık 2010 Pazartesi

Fenerbahçe 2-1 Karabük



Şükrü Saraçoğlu’nun tribünleri dolu. Peşpeşe alınan 2 galibiyet, puan durumunda son haftalarda yaşanan dalgalanmalar ve Kadıköy’de +3 gol izleme garantisi. Bir de işin içinde Emenike faktörü var, ligimizin kendini izlettiren ender adamlarından.

Skor F.Bahçe lehine 0-0’dan 2-0’a rüzgar gibi geçerken aynı rüzgarın Emenike’nin arkasında olduğuna da maçın başında şahit olduk. Fenerbahçe’yi 2 farklı üstünlüğe taşıyan “skortif” rüzgar, ortaya konan futbola pek tesir etmedi. Göz açıp kapayıncaya kadar gelen 2 gole karşılık Fenerbahçe tarafında ortaya konulmuş enfes futboldan sözetmek mümkün değil. Maçların ikinci yarısında Parkinson hastalığına tutulan Fenerbahçe görüntüsünde bir değişiklik yok, istikrar adına sevindirici bir durum. (!)

Hücum savunmadan başlar

Fenerbahçe’de tezahürünü gördüğümüz bir söz bu. Volkan Demirel oyunu sürekli Lugano veya Yobo’ya kısa pas oynayarak başlatıyor. Fenerbahçe yarı sahasında çok adam bulundurarak pres yapmaya çalışan Karabük’e rağmen bu durumdan pek taviz verilmedi maç boyunca. İkinci yarı presle sıkıştıkları bir iki pozisyon dışında hep kısa oynadı Volkan. Topu ayağında tutma sözü veren Aykut Kocaman’dan doğru bir hamle. Üstelik kafa toplarını her daim alacak uzunluğa sahip olmayan bir takım var ortada. Kısa pasla oyunu başlatma sevdası o kadar belirgin ki, aut atışını Karabük’lü oyuncular biraz uzaklaşsın niyetiyle geciktiriyor Volkan Demirel.

Niang’ın Yalnızlığı

Her ne kadar sakatlık sonrası eski forumunu aratsa da Niang adına asıl sorun yalnızlık gibi görünüyor. Belediye maçında olduğu gibi bu maçta da oldukça güçsüz göründü, üstelik hem güçsüz hem yalnızdı. Bu yalnızlıkta son iki haftada oynanan rakiplerin nispeten dişli ve rakip sahada pres yapan takımlar olmasının da bir etkisi var. Karabük’ün direnci ve pas yapabilme becerisi karşısında Fenerbahçe oyunu rakip sahaya yıkmakta zorlandı, üstelik gole rağmen Alex pek ortalarda görünmedi. Bu yalnızlık akşamında mecburen ve ihtiyace binaen Niang’ın kendisine gelen her topu bir müddet oyalaması gerekiyordu, bu yönde çabaladı fakat pek beceremedi. Daha yalnız fakat daha becerikli olduğu maçlara şahit olmuştuk halbuki. Ümit edelim ki bu güçsüz görüntüsünün altında sakatlıktan çıkma bahanesi olsun, İstanbul geceleri değil.

Emenike’nin Yalnızlığı

Sanırım o buna alışkın. Üstesinden gelmekte çok fazla sıkıntı da çekmiyor. Hızlı diye bildiğimiz Yobo’dan ikiz defa sıyrılışı var ki; ikincisi gol olurken, önce doğanı az farkla Volkan kurtardı. Karabük iyi takım mahiyyetinde gözüküyor ama bu niteliği alırken Emenike’den fazla besleniyorlar. Cernat’sız kalmanın üstesinden bir şekilde gelebildiler fakat Emenike’siz  kalmak onlar için facia olabilir. Büyük kulüplerin transfer iştahını iyice kabartan bir futbolcu sizin oyun tarifinizde en fazla yeri kaplıyorsa, kaybı anında bu boşluktan doğacak cümle düşüklüğü, küme düşüklüğüne dahi yola açabilir.

Selçuk girerken…

İlk yarının hemen başında yapamadığını ikinci yarının başında icraate döken Emenike, zaten maçların ikinci yarısına çıkmak istemeyen Fenerbahçe’li futbolcuları iyice ürküterek golü ve top hakimiyetini takımına kazandırdı. Alex-Niang-Stoch üçlüsünün kayıpları oynadığı dakikalarda kenarda ısınan (ki bu oyuncular yenilen golle birlikte ısınmaya gönderildiler) üç futbolcu vardı: Semih-Selçuk-Dia. Beklenen işaret tercüman Samet’in (ya da yardımcı antrenör olmuştur artık?) el kol hareketiyle geldi. Alışıldık ve olağan bir değişiklik bekleyen Semih ve Selçuk, Dia’yı işaret ettiler. Dia’da bir an için oyuna gireceğini sandı nitekim. Fakat tribünler kadar kendisi de şaşıran Selçuk koştu kulübüye doğru. Orta sahayı rakibe kaptırmış bir takım için absürd bir seçim değil bu zaten. Fakat ne yalan söyleyeyim ben Alex’in çıkacağını düşünmüştüm. Belki de Alex bile böyle düşünmüştür. Dördüncü hakem Stoch’un numarasını kaldırınca alışılmadık bir tercih daha sahnelendi. Emre Stoch’un çıkıp Selçuk’un oyuna girdiğini görünce Aykut Kocaman’a ben sola mı geçiyorum diye işaret yaptı yılların alışkanlığıyla. Fakat Aykut Kocaman yerinde kalmasını işaret etti. Ne zaman ki Selçuk sahaya ayak basıp Niang’a sola geçmesini söyledi, gizem o zaman çözüldü. Son durumda Cristian-Emre-Selçuk orta üçlüyü, Niang-Topuz kanatları, Alex forvet mevkisini aldı. Bütün bu nümayiş neden yaşandı dersiniz? Bana kalırsa yeni bir “Alex’le aranızda bir problem mi var?” sorusuna (ya da soru yağmuruna!) muhatap olmamak için.

Sonuçta bu değişiklik işe yaradı. Niang’ın çıkıp Dia’nın girmesi daha da kan yapıcı oldu Fenerbahçe için. Bozulmuş üçlüden geriye tek kalan Alex’in çıkışı oldukça gecikti, bir çoğuna göre bu gecikmenin tesiriyle kaçırdı Semih “o” golü.

Cristian

Onsuz bir yazıyı bitirmem mümkün değil :) Geçen haftaki olumlu görüntüsünün altında bir uyanış mı vardı transfer korkusu mu? Ya da son seçenek olarak düşündüğümüz Gökay’ın henüz oyuna ağırlığını koyamayışının bir etkisi mi? Bu maç için kötü oynadı diyemeyiz fakat Emre’nin varlığının Cristian’da sakinleştirici etkisi yaptığını düşünmeden de edemiyorum. Hattızatında iki maçla kendini kurtaracak durumda değil, devamsızlığı çok.

Son 200 metre

İlk yarı için son 200 metreye girerken görüntü biraz şöyle: Trabzonspor’un inatla puan kaybetmeyişi takipte bulunan takımların formlarını anlamsızlaştırıyor. Son 200 metrede işi en kolay görünen takım Bursa gibi gözüküyor, tabi kağıt üstünde. Belediye üç büyüklere (ya da sadece ikisine) uyguladığı tarifeyi Trabzon’a uygularsa ikinci yarı öncesinde takipteki takımlar morallenebilirler. Hatta olası bir yenilginin transfer sezonuna bile yansıması olacaktır. Bekleyip, izleyip, göreceğiz…




30 Kasım 2010 Salı

İnanılmaz! Barcelona 5-0 R.Madrid



Futbolun şiirini 11'li hece ölçüsünde yazdı Barcelona bu akşam. Nou Camp içinde sabırları zorlayan hareketlerin üstadı Mourinho, geçmişten farklı olarak Marcelo-Arbeloa değişikliğiyle çaresizliğini sahnelemiş oldu bu gece. Bu tokadı çoktandır haketmişti doğrusu.

Barça'nın pas becerisi artık gerçeklik sınırını aştı, şaka mertebesine ulaştı. Koskoca Real Madrid'i alelade bir takım klansmanına sokup sokup çıkardılar. Maç boyunca ellerimi başıma götürüp "olamaz" demekten başka bir şey diyemedim, fazlası da kifayetsiz kalacaktı zaten.

Hangi futbolcuya özel paragraf açılmalı? Kimseyi ayırmak mümkün değil, tek tek isimleri onbirli tesbih alıp zikretmek tek çıkar yol. Valdes, Puyol, Pique, Alves, Abidal, Busquets, Xavi, Iniesta, Pedro, Villa ve Messi. Fakat kendi adıma, Barça'nın belki en göşterişsiz veya silik gözüken adamı Busquets'i yüceltmek isterim. Soğukkanlılık, teknik ve pas becerisi. Harikaydı bugün, Barça'nın defansif orta sahası da böyle olur zaten.

Futbolsever olmanın dışında, tutkuyla Barça sever biri olarak keyifli bir gece geçirdim, Madrid sever arkadaşlara geçmiş olsun dileklerimle... :)



28 Kasım 2010 Pazar

İBB 0-1 Fenerbahçe



Son üç senedir Olimpiyat stadında oynanan maçlarda ortaya çıkan istikrarlı sonuçlar neticesinde sonucu “El Clasico” olmaya aday karşılaşma, sonuç dışında klasik düzlemde seyretti. Olimpiyat stadının bilindik rüzgarı maçtan önce yine yerini aldı. Yine maç öncesi, rüzgarı arkasına alan yağmur arada çok az bir fiyat farkı olmasına karşın “açık tribün” ruhunu yaşamak istediklerini sandığım bir grup taraftarı çaresiz bırakarak, “o kadar yer var kurtarın bizi bu tribünden” feryadına itti stad görevlilerine karşı. Sonuçta kapalı tribündeki Fenerbahçe’li taraftarların vahim bir hataya imza atan renkdaşlarına sahip çıkması, yöneticilerin de iyi niyetiyle birlikte tribün transferi gerçekleşti.

Fenerbahçe’nin uzun vadeli zirveye tutunma emelleri dışında kısa vadede dördüncülüğe tutunma maçıydı iki taraf için. Top kontrolünü rakibine bırakarak kontra-atak varyasyonlarını kullanmasına alıştığımız İstanbul Belediye maçın başında topa sahip olarak, Fenerbahçe’yi hapsederek izleyenleri şaşkınlığa uğrattı. Soğuk ve trafik merkezli sıkıntıları göze alarak “bu sefer yeneceğiz!” hülyasıyla maça gelen Fenerbahçe taraftarı için hayal kırıcı başlangıç ilk 15-20 dakika sonrasında normalleşme seyrine döndü. Sol bekte pozisyonundaki iki alternatifinden Santos ve Caner’i dönüşümlü oynatan fakat derdine çare üretemeyen Aykut Kocaman geçen haftanın aksine Caner’e şans verdi bu maçta. Garip hareketleri ve berbat ortalarıyla Caner’e rağmen maçın gol yenilmeden kazanılması İbrahim Akın’ın kaderin bir cilvesi eseri sol ayaklı yaratılmış olmasındandır. Hattızatında maçın kara kutusu açıldığında uçağın nasıl düştüğünü anlatan iki önemli veri var elimizde: Niang ve İbrahim Akın. İlk yarıda iki pozisyonda ve ikinci yarı penaltıda golü bulamayan Niang ile özellikle ikinci yarıda sağ ayağının gazabına uğrayan İbrahim Akın 1-0’lık neticenin baş aktörleri oldular.

Golden önce bu maçta iyi oynayacağının sinyallerini veren Cristian Baroni, gol pozisyonunda haftaçi antremanlarda Aykut Kocaman’ın plan olarak okuttuğu önde baskı dersine iyi çalıştığını göstererek sözlüden tam not aldı. Cristian, yatakta sağdan sola dönerken biliçsizce uyanır gibi mi oldu yoksa transfer sezonu öncesi derin uykusundan mı uyandı bunu zaman gösterecek. Cristian’ın baskın görüntüsü çok koşmasına ve iyi niyetli oyununa rağmen henüz maça ağırlığını koymaktan uzak kalan Gökay’ın varlığına da bağlanabilir.

Golü atan Alex’in son haftalarda övdüğümüz, geçen maç hocasından övgü alan “topla fazla buluşma tutkusunu” Kadıköy’de bırakarak sahaya çıkması Fenerbahçe’nin oyununu kilitleyen baş faktördü. Bu böyle devam ettiği müddetçe Fenerbahçe’nin oyununda bir değişiklik olmayacaktır. İkinci yarı topu yine hakimiyetine alan Belediye leblebi gibi gol kaçırmaya başlayınca ben şahsım adına Gökay-Selçuk değişikliğinin ilaç niyetine yutulabileceğini düşünürken (ve arkamdaki taraftarların Topuz’u çıkar Dia’yı sok eksenindeki küfür-fikirlerine müdahale ederken!) Kocaman Alex’i Selçuk’la değiştirerek orta sahayı üçledi. Ne yalan söyleylim Dia’yla birlikte bu değişiklik Fenerbahçe’nin oyununa biraz kan getirdi.

Ve neticesinde Dia’nın girdiği pozisyonla kazanılan penaltı, maçın kalanını Belediye tehlikesinden uzak geçirmek isteyen Fenerbahçe takımı için olduğu kadar maç çıkışı trafik tehlikesinden yırtmak için erken ayrılmak isteyen Fenerbahçe taraftarı için de çok olumlu bir gelişme oldu. Fakat Niang penaltıyı kaçırarak hem Belediye’ye hem trafiğe can vermiş oldu!

Yine çok iyi bir maç çıkaran İstanbul Büyükşehir Belediye takımını bir futbolsever olarak tebrik ediyorum. İbrahim Akın dışında yıldıza sahip olmayan, senelerdir istikrarlı performansına karşın oyuncuları transfer sezonunun gözdesi olmayan (buradan kadro kalitesinin değerini biçebilirsiniz!) bu takım sahadan 1-0 yenik ayrıldıysa Gaziantep kadar şanslı olamadığı içindir. 1-0 olsun bizim olsun Fenerbahçe’si bu skorla hem Belediye kabusunu bitirdi, hem de 2-3 fark yapamadan maçı galip bitirememe kabusunu.



23 Kasım 2010 Salı

Fenerbahçe – Buca: Atılan 5 gole sevinmek yerine yenilen 2 golü düşünmek!



Bucaspor’un karışık ve dağınık durumu, Fenerbahçe’nin gol atma becerisi gözönüne alındığında fark beklentisinin doğduğu bir maçtı Fenerbahçe-Bucaspor karşılaşması. Zannediyorum ki 38nci saniyede gelen; maçın ilk, Fenerbahçe tarihinin 3000nci golü bahislerde 7+ oynayanların yüzünü fazlasıyla güldürmüştür.

Bucaspor’un savunma zaafiyetine dikkat çekerken bu maça çıkana kadar Fenerbahçe’den 3 gol daha az yemiş bir takım olduklarını unutmamak gerekir. (13-16) Hücumda sergiledikleri başarısız hareketler geçmiş maçlarda örnekleri fazlaca bulunduğu için sürpriz olmasa gerek. Bu maça gelene kadar deplasmanlarda sadece 2 toplamda 5 gol atabilmiş Bucaspor’un Fenerbahçe kalesine 2 gol atması bir o kadar golü cömertçe harcaması Fenerbahçe adına konuşulması gereken asıl konuların başında geliyor.

Yobo – Volkan Demirel – Cristian – Aurelio

Fenerbahçe aşırı hücum mantalitesiyle oynadığı için mi çok gol buluyor ve bunun doğal bir sonucu olduğu için mi çok gol yiyor sizce? Bana kalırsa Fenerbahçe’nin fazla gol atması hücum hattında sahip olduğu futbolcuların kalitesiyle orantılı daha çok. Aykut Kocaman’la birlikte daha tempolu ve golsever bir takım yaratılmak istendiğini biliyoruz. Fakat bu kimliğe sahip olmak için takımın geçmiş senelere nazaran daha fazla defansif ödün verdiğini söyleyemeyiz. Oyuncu kalitesi ve farklı özellikler benim için birinci etken. Peki gol atma becerisinde gösterilen normal seyir iş takım savunmasına veya kabaca defansa geldiği zaman neden anormalleşiyor? Süper Ligin tam 10 takımı Fenerbahçe’den daha az gol yemiş. Geriye 7 takım kalıyor geçilen. Ligin ilk iki takımı Bursa ve Trabzon’un yediği toplam gol 17, Kayserispor’u da işin içine katarsak rakam 23 oluyor. Üç takım 23, tek başına Fenerbahçe 18!

5-6 gol attıktan sonra yenilen 2 gol önemli gelmeyebilir. Fakat savunma sıkıntısı yaşamak ve gol yemeden maç bitirememek Fenerbahçe’nin bugün bu performansa rağmen ligin 4ncü sırasında yer almasının ana nedenidir. Gaziantep maçında alınan yenilgi, Bursaspor karşısında korunamayan skor, Trabzon deplasmanında atılan 2 gole rağmen yenilen akıl almaz 3 gol, Kayseri maçında rakibin sadece iki kontra atakla maçı 2-0 galip tamamlaması, Beşiktaş maçında Buca karşısında tutan şansın tutmaması ile yenilen tek gole kurban giden 3 puan. Böyle giderse örnek listesi iyice kabaracak.

Peki iyi bir sezon geçiren Volkan Demirel’e, geldiği günden bu yana oyun bilgisiyle güven veren Yobo’ya, o oynamazsa Fenerbahçe kaybediyor denilen Lugano’nun varlığına, hücum ödevlerini yerine getirirken savunmasından asla ödün vermeyen Gökhan Gönül’e ve performansıyla olmasa bile ismiyle Andre Santos’a rağmen bu kadar çok gol yenmesinin esrarı nedir? Eğer ilk şıkkı yani Fenerbahçe’nin aşırı hücum mantalitesiyle oynadığını elersek (ben eliyorum üst paragrafta belirttiğim üzere) geriye çözülmesi zor bir problem kalıyor.
Sorunun kaynağını Fenerbahçe orta sahasının ve hatta hücum elemanlarının top kapma becerilerinin çok düşük olmasına bağlıyorum. Savunma dörtlüsü hariç geriye kalan oyuncuların bir zamanlar Aurelio’nun yaptığı kadar dahi rakipten top kapamadıklarını söylesek bilmem abartmış olur muyuz? Rakibin oyununu bozmak için pres yapmak şart bunu biliyoruz. Dia-Stoch-Alex-Cristian dörtlüsü aynı anda sahada olduğunda bu konuda eksiklik yaşadığı aşikar. Fakat bu dörtlü sahada yer almadığında da Fenerbahçe’nin yediği gol sayısında pek bir değişim olmuyor. Fenerbahçe takım olarak topun arkasına geçerek presle rakibin oyununu bozamıyor ve kadro yapısı itibariyla bunu asla yapamayacak. Böylelikle geriye bu hastalığı çözmek için geçmişten tedavi örneği alma zorunluluğu çıkıyor. İlacın adı Aurelio desem kafi gelir mi?

Orta sahada yer aldıkları taktirde Emre ve Mehmet Topuz’un yaptığı pres ve gölge markajı top kapma aşamasında pek bir işe yaramıyor, Cristian’ı hesaba katmıyorum zaten. Bu konuda Fenerbahçe’nin şu an en elle tutulur adamı Selçuk Şahin. O dahi yetersiz. Her ne kadar devre arasında bir transfer yapılacaksa 2 yönlü ortasaha oyuncusu alınması taraftarı olsam da mevcut durum (kadro yapısı itibariyla) Fenerbahçe’nin daha çok bir “Top kapma” canavarına ihtiyaç duyduğunu gösteriyor. Bekleyip göreceğiz.

Alex

Tarihin 3000nci golünü Alex’in atması yaraşırdı ve çok güzel oldu. Hangi gol üç bin sayılacak bilmiyorum ama Alex işi garantilemek için 3 gol birden attı :) İşin daha güzel tarafı Bursaspor maçıyla başlayan Eskişehir maçında zirve yapan Alex’in oyununda gerçekleşen değişiklik. Bu blogu az çok takip eden herkesin Alex üzerinde yaptığımız eleştirilerin rakibe pres yapması veya ayağa kayması isteğinden çok, o mevkide bulunan oyuncunun topla daha fazla buluşması ve oyunu yönlendiren adam olması gerektiği olduğunu okumuştur. Alex’in ikinci forvet gibi stoper markajı altında kaldığında Fenerbahçe’nin futbolunun kangren  olduğu örnekleriyle mevcuttu. (Galatasaray maçı yazısına bakabilirsiniz) Beşiktaş maçında olduğu gibi topla ilk kez 18nci dakikada buluşan Alex yerine orta sahada oyun kuran Alex Fenerbahçe’nin farkıdır. Bakın Aykut Kocaman Bucaspor maçından sonra ne diyor:

“Alex’in pozisyonu itibariyle oyun akışımızı işleten oyuncu olması, topla çok buluşması gerekiyor. Özellikle ilk yarıda topla çok buluştu ve oyunun akışında önemli bir role sahip oldu.”

Çokca bahzettik ama örnek olarak 13 Eylül ve 7 Kasım tarihinde yazdığımız yazılarda biz ne demişiz?

“Alex’ten tek istenen harika yetenekleri doğrultusunda oyunun hücum yönünde toplu ve topsuz alanda daha aktif ve hareketli olması.”

“Bu blogda dile getirdiğim, zaman zaman diğer bloglarda yorumcu olarak tartışmalara katıldığım şey buydu işte; oyunun hücum yönünde, topsuz alanda hareketli ve topla buluşmayı arzulayan bir Alex. Fenerbahçe’nin değil; bu sistemin, bu formasyonun ihtiyacıdır bu.”

Bu örneği ben demiştim edebiyatından daha çok yaptığım Alex eleştirisi üzerine beni kınayan hatta Alex’in attığı her golden sonra beni arayan arkadaşlarıma ithafen veriyorum :) Tek başına Alex yetmiyor, öyle olsaydı her sezonu şampiyon bitirmesi gerekirdi Fenerbahçe’nin.

Gökhan Gönül ve Dia

Eskişehir maçı sonrasında yazmıştık tekrar olmasın diyerek kısa tutacağım. Dia’nın varlığı Gökhan Gönül’ün hücum yönünü baltaladığı gibi genel olarak  takım savunması zaafiyeti de yaratıyor. O maçtan sonra “ya Gökan Gönül ya Dia” tercihi zor bir karar diye düşünmüştüm. Aykut Kocaman bu maçta Gönül ve Topuz ikilisini tercih etti. Bu ikili sahada yer aldığında Gönül kanat oyuncusu Topuz iç orta saha gibi oynuyor. Dia ve Gönül yer aldığında Gökhan bek Dia açık oluyor klasik olarak.

Dia için şöyle bir eleştirim olacak. Evvela çok üşüyor herhalde eldiven bere kombinasyonundan vazgeçmiyor :) 20 dakika kadar sahada yer almasına karşın ekstra bir performans segilememesini yadırgıyorum. Henüz ortaya pek bir şey koymamış olmasına rağmen taraftarın kendisini benimsemiş ve sevmiş olması gerçeğine yakışmıyor bu durum. Hiç değilse 20 dakikalık süre zarfında daha agresif, daha savunmacı olması gerekir. Fakat oyuna girmesi için kenardan talimat geldiğinde bile kulübeye koşmak yerine yürüme temposunda ilerlemesi benim için can sıkıcı. Geçen sene çok sevilen Andre Santos’un bu sene ıslıklanması ders olmalı, bizler yeni geleni hemen bağrımıza basarız fakat her sene bir yeni gelen olduğundan o bağırda kalmak için Alex olmak gerekir. Bu şekilde yedek kalıp, gol atamadı mı unutulur, seneye ıslıklanan bir Dia profili görmemiz içten bile olmaz. Bu ıslık işi de can sıkmaya başladı ya onu bir başka programa bırakalım :)

Övgüler

Bir an için derdi tasayı bırakıp ligimize Niang adlı birinin geldiği için sevinelim. Alex’den memnuniyet duyalım, Stoch’un performansının gelecek için umut verici olduğunu hissedelim. Semih Şentürk’ü alkışlayalım, Gökay Iravul ve Volkan Demirel’i nazardan saklayalım!




18 Kasım 2010 Perşembe

Andre Santos



Dün gece oynanan Brezilya – Arjantin hazırlık maçında sahada yer aldı Andre Santos. Geçtiğimiz hafta  antreman içinde yaşadığı hafif bir sakatlık sonucu önce “tedbir amaçlı” antremanı yarıda bırakmış, sonra yine aynı gerekçeyle G.Antep kadrosuna alınmamıştı. Bu saçma açıklama üzerine spekülasyon üretmekte gecikmeyen basın Andre Santos’un milli maç nedeniyle Aykut Kocaman’dan G.Antep deplasmanından affını istediğini yazmıştı. Haber gecikmeden yalanlandı ama mide bulantısını gidermedi. Günümüz futbolunda bir hazırlık maçı için resmi bir lig mücadelesinden affını istemek tamamen profesyonellik dışı bir hareket olacağı için, Andre Santos’un “hiç utanmadan” (kalbinde yeri olsa bile) böyle bir şeyi talep edebileceğini sanmıyorum. Fakat Santos için özel bir durum oluştu son zamanlarda. İlkonbirdeki yerini Caner Erkin’e kaptırdı ve kah kendi, kah teknik ekibin isteğiyle devre arası takımdan ayrılacağı konuşulmaya başlandı. Bu senaryoyu doğru kabul edersek, profesyonellik dışı diye nitelendirdiğimiz olayın gerçekte varolabilme ihtimalini daha dikkatli hesap etmemiz gerekebilir. Gözden çıkarılmış bir Santos, Brezilya milli takımında oynayarak piyasasını parlatacaktır, ki öyle de oldu.

Halbuki iyi başlamıştı Andre Santos-Fenerbahçe birlikteliği. Bir sol bekten beklenmeyecek kalitede tekniğe sahipti, hücum yönünün kuvveti onu ilk geldiği günlerde takımda sol açık mevkisine bile yerleştirmişti. Transfer haberi geldiğinde takımdaki Brezilyalılar bile şaşırmış, hatta Deivid “Bizim bildiğimiz Santos mu?” diye sormadan edememişti. Şimdilerde şikayetçi olduğumuz Brezilya ekolü, Brezilya futbol endüstrisinde Fenerbahçe’nin bilinmesine ve tamamen duygusal gerekçelerle bile olsa sevilmesine yol açtı. Santos belki 20 yaşında bir çocuk olsa Fenerbahçe’ye transferi daha zorlaşabilirdi, fakat yaşı olgunluk seviyesine yaklaşmış bir futbolcu için Avrupa’nın büyük bir kulübüne gitmek daha zordur, merdivenden tırmanması gerekir. Avrupa arenasında pek başarılı olamayan Türk kulüpleri bu basamakların tırmanılması için doğru tercih mi orası tartışılır aslında. Andre Santos bugün Porto’da oynayan bir futbolcu olsaydı piyasası şimdikinden daha yüksek olur, biz de uzaktan neden biz alamıyoruz böyle adamları diyerek hayıflanırdık. Santos’a da kendini göstermesi için milli takım kalıyor haliyle.

Dün geceki maçta özet görüntülerde bile kendini hissettiren bir Santos vardı. Çalımları yakın çekime alınan, şut çeken, orta yapan, bindirme yapan… Fenerbahçe için çok değerli bir oyuncu Andre Santos. Üstüne titrenmesi gereken, hatta parlatılması ve şişirilmesi gereken. Aslında Santos için gerçekleşmesi gereken senaryo iki sezon Türkiye’de oynadıktan sonra kendisine ödenen tüm paraları çıkartacak bir transfer yapmasıydı. Geçen sezon Fenerbahçe forması altında nispeten iyi bir sezon geçiren Santos, Dünya Kupası’nda Dunga, Avrupa elemelerinde de Young Boys ve PAOK engellerine takıldı bu rüya için. Gelinen durumda bu hayali senaryo tamamen değişti, parlatılacak adam olmaktan gönderilecek adam olma aşamasına geldi Santos. Ve artık belli oluyor ki, kendisi de bu hayallerden iyice uzaklaşmış olmanın etkiyise mutsuz. Ama o biçimde, ama bu biçimde Fenerbahçe’den ayrılacak görünüşe bakılırsa. Böyle bir durumda sol bek pozisyonunun Caner Erkin tekelinde olması F.Bahçe taraftarları için çıldırtıcı olabilir, bununla birlikte mali açıdan ele alırsak, Güiza seviyesine indirgenmiş bir Santos satışı kulübün zararına olacaktır.

Aykut Kocaman Brezilyalı kıyımında Santos için özel bir parantez açmalı ve mutlaka onu kazanma yoluna gitmeli. Hiç değilse bu sezon sürekli ilkonbirde oynayarak  kendisini göstermesi için fırsat verilmeli. Santos da eğer daha iyi yerlere gelmeyi hayal ediyorsa bu harekete cevap verecektir. Bu durumdan Fenerbahçe futbol takımı da kasası da yarar görür.

Tüm bunların yanında; sezon sonu Alex’in muhtemelen ayrılacak olması, Cristian ve Bilica’nın da kovulacak olması içten içe ayrılık kararına itmiş olabilir Santos’u. Arkadaşlarına kötü muamele yapıldığını düşünebilir, yalnız kalacağını düşünebilir, bugün onlara yarın bana diyebilir… Sebep her ne olursa olsun Fenerbahçe için de Süper Lig için de acı olacak Santos’un kaybı…




15 Kasım 2010 Pazartesi

Trabzonspor'un şampiyonluğu ve Fenerbahçe

Trabzonspor'un Fenerbahçe ile husumeti ya da rekabetini körükleyen en önemli ögelerden biri olarak gösterilir 1996 yılında kaydebilen iç saha maçı ve şampiyonluk. Bununla birlikte benim özellikle Trabzon'lu büyüklerimden duyduğum bir gerçek daha var. Trabzonspor'un şampiyonluk yarışında olduğu sezonlarda genelde Fenerbahçe ile rekabet içinde olmasıdır. Trabzonspor'un şampiyonluk yaşadığı yıllardan 95-96 sezonuna kadarlık bölümü mercek altına aldığımızda şöyle bir sonuç çıkıyor ortaya:

1975-76   TS: 1 / FB: 2
1976-77   TS: 1 / FB: 2
1977-78   FB: 1 / TS: 2
1978-79   TS: 1 / GS: 2 / FB: 3
1979-80   TS: 1 / FB: 2
1980-81   TS: 1 / FB: 10 (Senelerdir takip etmekten yorulmuş olamalılar!)
1982-83    FB: 1 / TS: 2
1983-84    TS: 1 / FB: 2
1984-85    FB:1 / TS: 3
1994-95    BJK: 1 / TS: 2 / FB: 4
1995-96    FB: 1 / TS: 2

Takım kısaltmalarının yanındaki rakamlar o sezon ligdeki pozisyonlarını gösteriyor. Görüldüğü gibi Trabzonspor'un ligde iddialı olduğu hemen her sezonda rakip olarak karşısında Fenerbahçe'yi bulmuş. Beşiktaş ve Galatasaray ile çekiştikleri sezon sayısı 2.

Bu sezon ligde yaptıkları sükse ve form düzeyleri göz önüne alındığında Trabzonspor için şampiyonluğun ciddi adaylarından biri demek mümkün. Şu an Fenerbahçe ile aralarında 8 puan fark gözüküyor. Tabi lig daha uzunca bir müddet devam edeceği için devam edecek haftalarda ne olacağı meçhul. İlerleyen haftalarda Trabzonspor şampiyonluk yarışında karşısında yine Fenerbahçe'yi mi bulacak, hafızlarında sıkıntılı bir yer tutan 1995-96 sezonunun rövanşını alabilecek mi göreceğiz. Ya da tarihin ışığında Fenerbahçe'nin içinde olmadığı bir yarış onlar için daha ümit verici olabilir mi?

Hagi - Genç Osman - Vaka-i Hayriye


Dün alınan mağlubiyet Hagi'nin gelişinin G.Saray'da mevcut durumu değiştirmeye yetmeyeceğinin göstergesi oldu. Takımın Ali Sami Yen'de aldığı ağır yenilgiler, işlerin artık taraftarın tolerans gösterebileceği sınırın dışına taştığını gösteriyor.

Maçtan sonra Hagi, bu işin böyle gitmeyeceğini anlayarak futbolcuları hedef alan açıklamalarda bulundu. Bazı oyuncuların saha içindeki tutumlarından bahsetti, kimisiyle devre arasını beklemeden ayrılacaklarını söyledi, söyledi.... Keza G.Saray taraftarının da özellikle bazı isimler üstünde odaklanan protestoları oldu. Bütün bunlar Rijkaard'ın gönderildiği günleri akla getiriyor. O zamanlar daha çok Türk futbolcular ve Servet özelinde toplanan eleştiriler oyuncuların Rijkaard'ı istemedikleri için takımı sabote ettikleri yönündeydi. Komplo teorilerine ilgi gösteren biri olarak pay çıkardığım, özelikle Servet bağlantısını haksız bulmadığım bir teoriydi bu. Bozulan yeniçeri teşkilatı padişah getirip padişah götürme gücüne kavuştuğu zaman artık padişahın isminin ve yapmak istediklerinin bir değeri yoktur. Rijkaard, Genç Osman misali G.Saray'a geldiğinden beri bir takım değişiklikler, fikirler getirmeye çalışmış (hatırlayın; kamplar, sistemler, yeme içmeye kadar uzanan, vb) bunu bazı oyuncularla yapamayacağını iyi bildiğinden zaman zaman medyaya oyuncuları hedef alan açıklamalarda bulunmuştu. Rijkaard Servet'le olmaz diyordu, Rijkaard yeteneksiziz diyordu, diyordu da diyordu. Sonradan ortaya çıktı, sezon başı yönetime sunduğu transfer listesinden istediği kimse alınmadı ve yeniçerilerin kucağına düştü Rijkaard. Onlar'da Mecidiyeköy zindanlarında boğdular Genç Rijkaard'ı.
(Rijkaard'ın bütün başarısızlığını bu nedenlere bağlamıyorum tabi. Maksat burda Rijkaard'ı korumaya çalışmak zaten değil.)

Hagi ne kadar radikal bir karar verdi, söyledikleri birkaç yabancı futbolcu ile mi sınırlı kalacak yoksa genç yaşlı kimsenin gözünün yaşına bakmadan ocağı toptan mı kaldıracak göreceğiz. Birileri ona Genç Rijkaard'ın hikayesini anlattı mı merak ediyorum? Eğer anlattıysa dün yaptığı açıklamalardan sonra Hagi, II.Mahmut'un rolüne soyunmalı. Yani sorunun kaynağını kökten çözecek bir vaka-i hayriye. G.Saray için bundan başka bir hareket hayırlı olmaz gibi duruyor...




14 Kasım 2010 Pazar

Ertuğrul Sağlam'ın Markus Merk'le imtahanı


Dün alınan net yenilgiden sonra benim için süpriz olmayan bir hakem çıkışında bulundu Ertuğrul Sağlam. Genelde her maç içinde el kol hareketleriyle aleyhte gelen hakem kararlarına sürekli itiraz içinde olmasını biraz empati kurarak anlayabiliyorum, fakat bu tarzı özellikle mağlubiyetle sonuçlanan maçlarda her şeyi hakeme bağlamasına yol açıyor ki bundan hoşlanmıyorum.

Dün alınan yenilgiden sonra yine hakem hezeyanında bulundu, tıpkı 3-0 kaybedilen Fenerbahçe maçında her şeyin sorumlusunun hakem olduğu gibi. Bazı pozisyonları Lig Tv'de yayınlanan Maraton programına havale etti, neyse ki Lig Tv'de artık Markus Merk var!

Hep yazmak istiyordum sırası gelmişken sayın Markus Merk hakkında biriki kelam edelim. Şansal Büyüka ve Mustafa Denizli'nin bize özgü yavaşlatılmış çekimde bir ileri bir geri oynatma hastalığına binaen pozisyonları genelde hızlı çekimde yorumlayan, her şeyin yavaş çekime havale edilmesinin hakemlere haksızlık olacağını anlatıp duran bir adam. Trabzon maçında Kasımpaşa adına verilmeyen net bir penaltı için Mustafa Denizli'nin pozisyondaki futbolcu Yekta idi sanırım "Burada milimetrelik kurtarma payı var!" kanaatini ısrarla savunmasına karşılık orada Markus Merk'in oturması içimi ferahlatıyor doğrusu. İşte böyle bir adama havala edilen maçın hakem yorumu ortaya çıktıktan sonra Mustafa Denizli şunu demekten kendini alamadı:
"O zaman maç şu an 3-0 ve Bursaspor 10 kişi görünüyor"
Sayın Ertuğrul Sağlam uzun zamandır ligde pek yenilgi almıyor, Allah yolunu açık etsin fakat olur da işler ters gitmeye başlarsa içindeki canavarı ortaya çıkarmazsa iyi olur, bu zamana kadar kazandığı beyefendi imajına zeval gelsin istemeyiz!




Antep 2-1: Değişmeyeceksen, değiştirileceksin!

Bir taraftar olarak dün gece yaşadığım üzüntüyü çok maçta yaşamadığımı söylemek istiyorum. O yüzden bu maçı daha objektif bir dille değil, taraftar diliyle, kısa ve net bir şekilde yazmaya karar verdim.

Cristian Baroni
Bu blog içerisinde kendisini şarlatan olarak resmettiğimi hatırlıyorum. O günden bugüne yapılan tüm eleştirilere ve kadro dışı kalmasına rağmen değişmedi, değişmeyecek. O zaman değiştirilecek demektir! Dünyada "ön libero" gibi bir mevkide oynayıp maçtan bu kadar kopuk bir adam daha zor bulursunuz. Ben susayım gözlerimiz konuşsun, maç içersinde bulunduğum ortamda sinirden havaya zıplamama neden olan bir pozisyon Stiff1907'nin blogunda yer alıyor, mutlaka izleyin ve  hepimizin artık iyice bildiği Cristian Baroni gerçeğine bir kez daha şahit olun: Tıngır mıngır Cristian Baroni!

Andre Santos
Hafta içinde bir antreman sırasında baldırı çeken Santos "tedbir amaçlı" idmanı yarıda bırakmıştı. Görüntüleri gördüm, pek olağan bir şey gibiydi. Santos'un antremanı bırakması bana Hiddink'in okuduğum bir röportajını hatırlattı. Türk futbolcuların antremanda sürekli sakatlık geçirdiğini, kaytardığını ve futbolcuların anlamsızca üstüne titrendiğinden bahsediyordu. Burada da gelen yabancılar bizimkileri değiştireceğine, onlar da bize benziyor diyen Mehmet Demirkol'u analım. Aynı Andre Santos yine "tedbir amaçlı" Gaziantep maçı kadrosuna alınmadı. Bırakalım bu kurumsal mesajları ve gerçeği söyleyelim! Bu adam Fenerbahçe'de oynayacak mı oynamayacak mı? Burası bir spor kulübü dinlenme tesisi değil; eğer sağlamsa kadroya girecek, yok umut kesildiyse kesin bir dille ifade edilip değiştirilecek!

Colin Kazım
Başına gelmeyen kalmadı Kazım'ın, fakat sahada gösterdiği performans giydiği kramponlar kadar bile dikkat çekici olamadı! Isınmaya gönderildiği zaman taraftar tarafından hala bir umut olarak görülen alkışlanan bu adam; ne taraftarın, ne hocasının kendisinden beklediği değişimi gösteremedi, değiştirilmeyi haketti!

Aykut Kocaman
Geçen sezonun futbolcuları Daum'un takımı gibi sahada yer alıyorsa, değişim adına vadedilen şeyler Niang'ın oynayıp oynamamasıyla değişkenlik gösteriyorsa burada sana duyulan ihtiyaç nerede sayın hocam? Bu blogda Aykut Kocaman hakkında böyle bir yorum ararsanız bulamazsınız, dedik ya biz de sonuçta taraftarız diye! Kendisine inancım son sürat devam ediyor da ona bu kadar inanan biri olarak daha fazlasını istiyorum...




7 Kasım 2010 Pazar

Fenerbahçe 4-2 Ekişehir: Olmaya devlet cihanda topla oynayan Alex gibi!


Fenerbahçe kimilerine göre “zorluk derecesi düşük” maçlardan birini daha bol gollü ve güzel futbolla kazandı. Zaten F.Bahçe futbol takımı puan kaybettiği 5 maçtan sadece G.Saray ve Kayseri maçlarını oyun ve pozisyon olarak kısır bir değerde tamamlamıştı. Bu bakımdan F.Bahçe’nin bu sene pozisyon bulmak ve gol üretmekte rakiplerine göre daha başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Hatta kendine göre bile daha başarılı! Özellikle geçen sezon yokluğu hafızalara kazınan, belki Zico döneminden beri özlenen bir şeydi gol ve pozisyon zenginliği. (O zaman hızlı oynamazdık o ayrı mesele) Bu yüzdendir ki Konya deplasmanından alınan 4-1’lik skor sonrası yazı başlığımızı Daum’un kirleri temizlendi artık diye atmıştık.

Neler oldu?


Evvela Aykut Kocaman geldi :) İşe bunu kabul ederek başlamamız gerekiyor. Hızlı oynamak, bol gollü galibiyetler, topa sahip olma, pas becerisi sayın Aykut Kocaman’ın vaatleri arasındaydı. Bu vaatlerin ulaştığı nokta henüz herkesi tam manasıyla tatmin etmemiş olabilir, fakat bu meziyetlerden örnekler sunuldu bugüne kadar. Eğer sezon başından beri telaffuz ettiğimiz “değişim” hayata geçecekse bu zaten 11 haftada olgun meyve verecek kolaylıkta bir kavram değildir. Belki her şeyin yerli yerine oturması gelecek sezonla birlikte başlayacak. Örneğin sezon sonunda Alex’in takımdan ayrılması değişimin en sancılı fakat en köklü adımı olacaktır. Onu o zaman, o şartlar altında değerlendiririz.

Olmaya devlet cihanda topla oynayan Alex gibi!

Erken gelen golden daha önemli bir işaret vardı dünkü karşılaşmanın başında. G.Saray karşılaşmasında grafiğe döktüğümüz, sezon başından bu yana Alex adına şikayet ettiğimiz bir gerçek Bursaspor ve özellikle Eskişehir maçlarında tarih oldu. Oyun kurmak için topu stoperlerden alan Emre’nin karşısına topu almak için kendini ilk gösteren oyuncuydu Alex.  Orta alanı boş bırakmadı, takımın forvetiyle birlikte orta sahadan kopuk beklediği pozisyonu terketti. Emre’den aldı, Cristian’dan aldı, Gökhan Gönül’den aldı. İkinci forvet gibi kendisini marke eden futbolcunun kucağında beklemektense oyun kurdu, oyunu açtı. Bu blogda dile getirdiğim, zaman zaman diğer bloglarda yorumcu olarak tartışmalara katıldığım şey buydu işte; oyunun hücum yönünde, topsuz alanda hareketli ve topla buluşmayı arzulayan bir Alex. Fenerbahçe’nin değil; bu sistemin, bu formasyonun ihtiyacıdır bu. Maçın hemen başında kendisini bu halde görünce inanın penaltı golünden daha fazla sevindim bir taraftar olarak.
Özellikle son iki hafta gözönüne alındığında F.Bahçe takımı için en kayda değer değişim budur. Şu nacizane yazımızda paragrafı hakedecek olay budur. Buradan sonra maç içinden notlarla devam edelim:

Fenerbahçe’nin kanat hücumlarında ilginç bir durum vardı dün gece. Sağ kanadın hücumcusu Gökhan Gönül, sol kanadın hücumcusu Stoch oldu. Mehmet Topuz’un yerleşmiş pozisyon anlayışının da etkisini hafife almayarak diyebiliriz ki Gökhan’ın bu bindirmeleri Topuz’u çizgiden daha içeri yerleştiriyor. Fakat aynı durumu Dia-Gökhan birlikteliğinde göremiyoruz. Bunun asli sebeplerinden biri de Dia’nın yerleşmiş pozisyon anlayışındandır. Dia oyun felsefesi olarak çizgiye paralel pozisyonundan ödün vermiyor. Böylece arkasında oynayan bekin onu aşarak çizgi boyunca bindirme yapması zorlaştığı gibi manasızlaşıyor da. Eğer bu ikilinin hücum varyasyonları uygun bir felsefeye oturtulmazsa Gökhan Gönül’ün bu tür bir performans göstermesi için Mehmet Topuz’la beraber oynamasını bekleyeceğiz. Gerçekten çok ilginç bir karar olacak. Ya Gökhan ya Dia :) Stoch, Dia’ya nispeten içeride oynamayı daha fazla seven bir karakterde olmasına rağmen dün daha fazla çizgiye yakın kalması Caner’in aynı oranda etkili olmamasının da sebeplerinden biridir.

Cristian dün nasıl oynadı ben karar veremedim? İyi miydi kötü müydü? Var mıydı yok muydu?

Yobo bendeki Lugano sevgisini aldı götürdü arkadaşlar. Adam baskı yese bile korkunç bir rahatlıkla (ya da çok sevdiğimiz ifadeyle tecrübesiyle!) topu saklıyor, kullanıyor. Kendisine atletik değil diyen Rıdvan Dilmen Yobo’yu koşarken bir daha izlesin. Kastettiği şey çeviklikse onu bilemeyeceğim.

Takım böyle oynarsa Semih atar, Niang atar, yarın öbür gün Güiza oynarsa o da atar. Tabi Niang takım böyle oynamazsa da atar, ya da atma ihtimali en yüksek oyuncudur o ayrı.

Bilica’yı ıslıklamak doğru değil, sonrasında alkışlayıp tezahürat yapmak da değil bence. İkisini de yapmayacaksın. Bu tepki aslında sadece hatalarından sebep değildir, bugüne kadar yaptığı centilmenlik dışı hareketlerin de bir tezahürüdür. Tez zamanda ayrılması gerekiyor, fakat yerine Türk stoper bulamıyorsunuz, sorun burda.

Bugün saat 16:00’da Lazio – Roma (TV8) ve 22:00’de Real Madrid – Atletico Madrid (NTVSpor) derbileri var. Hala duymamış olanlara duyrulur :)




30 Ekim 2010 Cumartesi

Sol Campbell sonsuzluğa kayıyor! (Video)




Olay İngilizlerin gruplardan elendiği meşhur Hırvatistan maçından sanırım. Video'nun ingilizce başlığı çok güzel: "Never ending sliding tackle". Bir efsaneye göre Campbell için hala kayıyor diyorlar. Bilmiyorum artık :)

Youtube videolarını izleyemeyenler sağ bölümde yer alan açıklamayı uygulasın.




Bursa kalesi sallandı, yıkılmadı!

Volkan Şen F.Bahçe'de beyler!

Ne zaman bir Bursa maçı izlesem Bursa bu sefer yenilecek gibi gelir, nasıl oluyorsa sonunda Bursa galiptir. Yani futbol 90 dakika ve sonunda Bursaspor’un galip geldiği bir oyundur diyesim geliyor. Özellikle ilk yarı itibariyle yine bu duyguya kapıldığım maç yine bir şekilde Bursaspor’un “bana kalırsa” kazancıyla sonuçlandı. Bu maçla birlikte Fenerbahçe tüm “rakipleriyle” oynamış oldu. Şu an ki puan sıralamasını baz alarak rakipler listesine Kayserispor’u da dahil edersek 5 maçtan üç beraberlikle sadece “3” puan aldılar. Aslında matematiksel olarak bir felaket bu. Ama maçlara derinlemesine nüfuz ettiğimizde garip bir Trabzon yenilgisi, aşırı şanssız Beşiktaş beraberliği, ve bugünkü maçı görüyoruz. Yani işler biraz yolunda gitse bu istatistik değişmez miydi?

Bugün Dia’nın sahada olmayışını kazanç olarak görüyorum. Çünkü Mehmet Topuz hücumda üçüncü orta saha elemanı oluyor(koridor Gökhan’a kalıyor), savunmada ikinci bek. Dia, Stoch, Alex, Niang dörtlüsünün takım savunmasında tedavisi zor yaralar açtığını konuşuyoruz hep. Bu sakatlık bu deplasman için hayırlara vesile olmuştur. Fakat Topuz’un teknik yetersizliği insanı çıldırtacak düzeyde. İkinci yarıda Semih’in tek pasında defansın arasına girişi var, topu öyle kötü kontrol ediyor ki normal şartlarda kaleciyi karşısına almasına gereken pozisyonda köşe direğini karşısına alıyor! Direğin üstünü yalayan bir başka şutu da birini de kaleye sok be adam dedirtiyor adama :)

Caner özveriyle, samimiyetle oynuyor kızamıyorum yazmıştım. Ama taa Rusya’lara giden bir adam bu kadar mı dengesiz olur. FM tabiriyle Balanced -2! Andre Santos’a bulaşan Kazım Kazım gribi acilen tedavi edilerek (bünyesi müsait bu hastalığa) Brezilya Milli Takımı sol bekine vermeli formayı.

Alex’i uzun zamandır böyle gören oldu mu? İlk yarı belli etti kendini zaten. Hücumda biraz hareketli oldu mu Fenerbahçe’ye kan geliyor tabiri caizse. Belki bu blogda yaptığımız eleştiriler canına tak demiştir kaptanın :) Her maç bunu yap Alex, bu takımı şampiyon yap ben de hayatımda ilk defa birisi için havalanına gideyim. (Uğurlamaya ;) )

Stoch canımı sıkmaya başladı. Yaşı itibariyle mental kalite yerlerde geziniyor. Kendini gösterme çabası had safhada. Bazen tadı kaçıyor bu işin. Dünya kupasında Slovakya maçını izlerken de dikkatimi çekmişti. Sürekli top istiyor, gelmedi mi hayıflanıyordu arkadaşlarına. Biraz olgunluk iyi gelecektir diyorum. 1989 doğumlu ne de olsa.

Neredeyse en büyük silahı duran top olan bir takıma ceza sahası çevresinde bu kadar faul yapılır mı? Bu kadar korner attırılır mı? İlk yarının sonu ve ikinci yarının başıyla başlayan Bursaspor ve duran topları resitali eninde sonunda bir gol çıkaracaktı ve çıkardı da. Fenerbahçeli futbolcular bir faul yapıyor, bir kornere vuruyor. Yani amiyane bir tabirle ellerinden geleni yaptılar.

Aykut Kocaman maç Rus ruletine döndü bir yerden sonra dedi. Tabi maçı bu şablona çeviren kendisi olduğunu biliyor. Sadece kazanmayı düşündük dedi Kocaman. Layıkıyla gösterdiler bunu. İkinci yarı 46-65 arası maç Bursaspor’daydı. Hatta golden sonra ufak bir dağılma süreci yaşandı. Özellikle 71. Dakikada gelen Santos değişikliği ile rulet başladı. Bu Bursaspor’un da işine geldi tabi. Sercan’ın pozisyonlarıyla övünen Bursa, bu süreç içersinde Fenerbahçe’de Yobo’nun orta yuvarlağında ilersinde rakibe bastığı gerçeğini unutuyor. Sercan’ın girdiği pozisyonlar F.Bahçe oyun planını soktuğu riskli halin yan etkileridir. Madalya verilece bir yanı yok…

Melih Gümüşbıçak’tan hepimiz bıktık değil mi? Sercan gol kaçırmış olabilir. Fenerbahçe’nin sahada yaptığı her şeyi görmezden gelerek bugün F.Bahçe buradan bir puan alıyorsa kaleci Volkan’a dua etmeli (dua dememiş olabilir sayesinde demiş de sayabiliriz) gibi yorumları iyice sıkıcı olmaya başladı. Niang’ın golünü beğenmez, hakemin tercihlerini beğenmez (Fenerbahçe’ye yakın bulur!), aşağılık bir oyun oynanmış gibi her şeyi kaleciye bağlar. Sağlam bir uyarıyı hakediyor haşmetmeab.

Şu maçın berabere bitmesine Kasımpaşa bile sevinmiştir.

7 maç 19 puan… :)




25 Ekim 2010 Pazartesi

1-2-3 Yobo yetmez 4-5-6 olsun!


Etiket değeri bu kadar yüksek bir maçtan sonra söze Yobo ile başlamak ya da kendi sahasında Galatasaray ile karşılaşan Fenerbahçe’de jeneriklere Yobo’nun adını yazmak biraz dokunaklı. Maçın hemen başında Lugano’yu alt edip gollük vuruşu çizgiden çıkarılan Pino’yu durdurabilecek, durdurabilmiş yegane adamdı Yobo. Öncelikle Yobo’nun hakkı Yobo’ya diyerek kendisini tebrik edelim, Fenerbahçe forması altında uzun yıllar mücadele etmesini temenni edelim.

Hagi’nin devresi

Sakatlıklar ve sonuçlar neticesinde kaos halindeki G.Saray Kadıköy’e gelirse nasıl oynar? Rakibin oyununu bozmaya oynar. Üç savaşçı orta saha, Elano ve Misimovic’ten kurulmuş olsa bile (yumuşak) iki kanat oyuncusu ve dörtlü defans. Önde baskı, pres. Ve forvette kullanılabilecek tek makul tercih olarak hızlı Pino. Bugün Fenerbahçe’nin savunma ikilisi Lugano ve Bilica’dan mütevellit olsa Lig Tv tarafından maçın adamı seçilen Pino daha bir göklere, arş-ı alaya çıkarılabilirdi muhtemelen.

Forvet karakterli Dia ve Stoch oynadığı zaman (normal olarak Niang’ı da işin içine katarak) Alex tercihinin F.Bahçe’nin takım savunmasını felç ettiğini söyleyip duruyoruz. Semih oynadığı zaman dahi bu ikilinin varlığı Konyaspor gibi bir takımı bile “tehlikeli” hale çeviriyor. Bu bakımdan Konya karşısına Özer’le çıkıyor Aykut Kocaman. Fakat G.Saray’ın takım kadrosu ve şablonu eline ulaştığı halde bu yumuşak takımı tercih ediyor. Alex ayağına top almıyor arkadaşlar. 100 defa tekrar etmek istiyorum: ALEX AYAĞINA TOP ALMIYOR!



İlk yarı boyunca oyunu Yobo kuruyor. Yobo Emre’ye, arkasından Cana-Mustafa ikilisinden birinden baskı gören Emre tekrar Yobo’ya, Yobo Caner’e, Elano ve Pino’nun presini yiyen Caner tekrar Yobo’ya… Bu baskı yapan ve gören grubun arkasında orta yuvarlak boyunca kocaman bir boşluk var. İlk yarıdaki kısırlığın yegane sebebi, Hagi’nin planının bu derece tutmasının gerekçesi bana kalırsa budur. Fenerbahçe oyun kuramadı, 35 pas yaparak gol atmayı bırakın 5-6 pası bulamadı! Benim Alex mevkisinde oynayan futbolcudan beklentim; oyun içinde mümkün olduğunca kendini göstermesi, topsuz alanda hareketli olması, orta saha pas trafiğini yönetmesi ve takımı atağa kaldırmasıdır. Tekrar olacak belki, benim için bu pozisyonun ağa babası Sneijder. Fenerbahçe transfer etsn diye değil örnek olsun diye söylüyorum :)

Kocaman’ın devresi

Basın toplantısında mealen şöyle diyor Aykut Hoca: Mevcut durumu düzeltmek için (Hagi’nin planının işe yaradığını o da kabul ediyor) birinci seçenek oyuncu değişiklikleriyle oyuna müdahele etmek, ikinci seçenek mevcut oyuncularla daha fazlasını yapmaya çalışmak. İkincisini tercih ettim dedi, haliyle hepimiz gördük bunu. Ben Aykut Kocaman’dan ilk seçeneği kullanmasını isterdim, istedim. Gerçekten de bir kıpırdanma oldu Fenerbahçe’de. Ama yine basın toplantısından Aykut Kocaman’ın ifadesiyle yetersiz ve kısır bir kıpırdanma oldu bu. Oyuncu değişiklikleriyle müdahale edildi oyuna. Alex çıktı. Fenerbahçe 70 dakikada rakibi üstünde sağlayamadığı etkinliği bu değişiklik sonrasında yaşadı biraz. Fakat etkisiz Misimovic ve yorgun Elano’yu oyundan alan G.Saray yetenek açısından kıt, direnç açısından yüksek bir onbirle Fenerbahçe’ye gol şansı tanımadı. Kocaman’ın devresi de böylelikle bitti.

Stad & Taraftar

F.Bahçe’nin acilen bu kadar kalabalık bir kitleyi coşturabilecek bir lidere, bir gruba, adı her neyse bir şeye ihtiyacı var. Burada Aziz Yıldırım’a taraftar gruplarını küstürdüğü veya 52bin kişilik stadı VIP locasına çevirdiği için eleştiri yapanlar olacaktır ve bu gece itibariyle hak veriyorum kendilerine. Devre arasında bile Telekom şarkıları, Avea şarkıları çalıyor. Sucu Fener, alarmcı Fener derken stada sesli reklam almaya da başladık! Yalnız takımın mahkum ve etkisiz oyununun da sinirleri bozduğu, insanlarda neşe namına bir şey bırakmadığını da unutmayalım. Aynı görüntü Beşiktaş maçında atılan golden sonra değişmiş, stad bayram yerine dönmüştü. Bugün F.Bahçe erken bir gol atabilseydi, anonsçu arkadaşın “Haydi Fener haydi Fener haydiii!” diye utanç verici müdahalesi gerekmeyecekti.

Maç Sonu


Bu maç böylece bitti. G.Saray açısından bir nefeslenme vesilesi oldu bir puan. Fenerbahçe için berabere biten –üzücü olsa bile- bir derbi sadece. İki takım açısından bu sene yegane önemli şey şampiyon olabilmek.




20 Ekim 2010 Çarşamba

Şampiyonlar Ligi 3ncü hafta ilk gün

Şampiyonlar Ligi


E Grubu

Bayern Münih 3-2 CFR Cluj
Çizgi filmlerde Coyote’nin Road Runner karşısında akıl almaz şansızlıklar neticesinde bir türlü başarılı olamayışı gibi Cluj, Münih deplasmanında 1-0 öne geçtiği mücadelede kendi kalesine 3 gol atarak şanssızlık destanına yeni bir yaprak ekledi adeta. Üçüncü gol Mario Gomez’in belki ama kendi kalelerine atmaktan daha beter bir gol. Almanya’da iki gol atıyorsun ve bu şekilde yeniliyorsun :) Bayern için grubun geçen hafta sonlandığını söylemiştim erken öten horoz misali, bu “şanslı” galibiyet bu hükmü iyice kuvvetlendirdi.

Roma 1-3 Basel
Roma Şampiyonlar Ligi gruplarından nasıl çıkamam diye düşünüp bu maçta yenilmeye karar vermiş olmalı. Geçen Münih maçını da boş geçmeyen Frei grup aşamasındaki ikinci golünü atmış oldu takımını 1-0 öne geçirirken. Roma’nın hakkı Roma’ya son dakikaya kadar 2-1 giden maçı çevirmek için hayli uğraşmışlar. Basel adına ikinci golü atan 21 yaşındaki bek Inkoom, Maicon’u anımsattı bana ne yalan söyliim!


F Grubu

Spartak Moskova 0-2 Chelsea
İlk iki maçını kazanan iki takımın mücadelesinde Chelsea marka gücünü ortaya koyarak çıktı Rusya deplasmanından. Zhirkov’un füzesi ve bu sene Şampiyonlar Ligi’nde dördüncü golünü atan Anelka işi bitirdi.

Marsilya 1-0 Zilina
Kendi sahasında S.Moskova’ya şanssız bir şekilde yenildikten sonra Marsilya için bu maçı ve özellikle Moskova deplasmanındaki maçı kazanmaktan başka çare yok gruplardan çıkabilmek için. İlk yarı gol için yüklenip ikinci yarının başında golü bulduktan sonra maç sakata gelmesin mantığında devam ettiler. Zaten Niang’ın satışı solak birinin sol elinin kesilmesi gibi bir etki yarattı Marsilya’da. Pek bir sükse yapan Gignac ve Remy ise henüz 1 Niang etmekten çok uzak kaldılar.


G Grubu

Real Madrid 2-0 AC Milan
Gecenin maçı ben internette yayın alabilmek için için uğraşırken bitti. İlk 15 dakikada 2 gol bulan R.Madrid, Milan takımının da gol atmaya pek hevesli görünmemesiyle maçı bu şekilde bitirdi. Cristiano Ronaldo’nun frikikten gelen ilk golünde barajın hali bir İtalyan takımı adına, Milan adına utanç verici. Mourinho yıllardır çeyrek final bile göremeyen Real Madrid için umut kaynağı adeta.

Ajax 2-1 Auxerre
Zenit’i pis bir şekilde eleyen Auxerre için bu seviye biraz fazla. İlk golde De Zeeuw’un füzesi bir yana ikinci golde takım halinde güzel bir organizasyon izletti Ajax bizlere. Belki de gecenin en güzel golü. Sarı kartı olduğu halde “Tanrının eli” Maradona’ya özenen Oliech, sahada 5 hakem senenin de 2010 olduğunu unutmuş olmalı :) Ajax Auxerre’i Fransa’da yenebilirse Milan ile İtalya’da ikincilik maçına çıkabilir.


H Grubu

Arsenal 5-1 Shaktar Donetsk
Arsenal de yakaladımı affetmiyor! Koskoca Lucescu’nun takımı, Ukrayna ligini domine eden Shaktar beş golle uğurlandı Londra topraklarından. İnsafsız Arsenel Braga’yı da 6 golle uğurlamıştı Emirates’den. Shaktar adına takımın tek golünü atan Eduardo’nun Arsenal taraftarlarınca alkışlanması hoş bir hareket olarak geceye damgasını vurdu.

Braga 2-0 Partizan
Geçen maçta evinde Shaktar’dan üç gol yerken belki 10 gol kaçıran Braga dişine göre rakip buldu bu sefer. Yavaş yavaş Şampiyonlar Ligi havasına ısınıyor olabilirler. Güzel bir frikik golünden sonra meydanı Partizan’a bırakmış olmaları bu maçı kazanamazsak Uefa da yalan olur psikolojisinden ibarettir büyük ihtimal. Elemelerin sürpriz takımı hiç değilse üçüncü olarak Uefa’ya gitmeyi hakediyor zaten.




19 Ekim 2010 Salı

Dev maça doğru: Real Madrid - AC Milan


Süper Lig bu hafta bol gollü ve keyifli geçmişken hemen ardında Şampiyonlar Ligi'nde böyle bir maça kavuşmak  futbolseverin bayramı gibi bir şey. Mourinho'nun basın toplantısından alınmış fotoğrafında yüzüne yansımış kibirden de anlayabileceğimiz gibi bu maçı kazanacağını biliyor, ya da bunu hararetle istiyor.


Milan tarafıyla başlayalım. Milan'ın yeni teknik direktörü daha klasik daha iddiasız: "Real karşısında çılgın bir atak futbolu oynamayacağız, çok zor bir maç olacak hiç hata yapmamamız gerekiyor" cinsinden konuşmalar. Mourinho sizin ciğerinizi ezberlemiştir Mr. Allegri, bu maç için daha fazlasını verseniz iyi olur. Ayrıca hazır İspanya'ya gelmişken Guardiola'ya sallamadan gitmek istemeyen Ibrahimovic (ki Marca gazetesi ona bu imkanı sunmaktan asla geri durmaz) bizim ülkemizde Rijkaard özelinde sıkça yankı bulan "Barcelona'yı babamda şampiyon yapar" ekseninde başladığı sözlerinde "Barcelona'nın en büyük avantajı oyuncuların antremanda bile birbirlerine üstünlük taslamaması" cümlesine de yer vermesi bu kulüpten neden kovulduğunun cevabı aslında. Ama sanırım Ibra henüz fark edememiş.


Madrid tarafının kumandanı Mourinho evvela Ibrahimovic'e iade-i ziyarette bulunarak başlıyor sözlerine. "Bir adama karşı değil bir takıma karşı oynuyoruz ama Ibrahimovic farklıdır diyor." Aslında gizliden gizliye Milan takım olgusunu silip, Ibrahimovic'i çıkarıyor vitrinlere. Milan'la uğraşmaktansa Ibra ile uğraşmak daha kolay. İşe yarar ya da yaramaz adam çalışıyor :) "İspanya gerçek Ibra'yı bilmiyor, ben bilirim ben bilirim" şeklinde devam ediyor Barış Manço ezgisiyle.


"Bu 75nci Şampiyonlar Ligi maçım olacak, benim için çok özel değil. Kazanırsak da ertesi gün çarşamba, kaybedersek de" şeklinde felsefeye bir yerinden bulaşmış ama ilk on sayfasında bırakmış izlenimi uyandıran bir laf eden sevgili Mourinho işin özünde doğru söylemekle beraber pek manasız bir çıkış yapmış diyebiliriz. Maçın tansiyonunu mu düşürmek istiyor, yoksa demin Ibra'yı yüceltmesi gibi rakibi iyice küçümsemeye mi çalışıyor yoksa Fatih Terim tarzı boş mu konuşuyor bu adam? Ben karar veremedim.


Haşmetmeabın gider ayak Allegri için "Avrupa şampiyonuyla, şampiyonada üçüncü maçına çıkan biri arasında nasıl bir rekabet olabilir ki?" mealinde bir sözü var ki benim Mou ile yıldızımı barıştırmayan tavrıdır bu.


Madrid'in kaptanı Casillas geçmişte çektiği acılardan olsa gerek hocasının aksine Ronaldinho'yu işaret ediyor. Ronaldinho için "şimdi uzaklardasın, hayallerdesin" şarkısını ithaf eden Casillas "Bütün rakipleri ondan korkardı ve onu izlemek bir zevkti. Şimdi dört yıl öncekiyle aynı futbolcu değil ama Real Madrid'de karşı oynarken motivasyonu sorunu yaşamayacaktır" diyor. Güzel bir Madrid gecesinde 3-0 yenildikleri maçta yediği golü hatırlıyor olmalı Casillas.


Maç her zamanki saatinde. Ne yazık ki şifresiz kanaldan değil D-Smart platformundan yayınlanıyor. Benim gibi D-Smart sahibi olmayanlar için internetten izleme alternatifi mümkün. Maçtan sonra görüşmek üzere.




Daum'un kirleri temizlendi artık: 1-4



# Şurası bir gerçek ki Daum'un lekeleri iyice silindi takımdan. Deplasmanda tempo yapan, uyutmayan, pozisyon bulan bir Fenerbahçe'ye hoşgeldin diyelim. Aykut Kocaman'ı sevelim, sevmeyenleri uyalarım!

# Maç öncesi yazımızda Lig Tv'den gelen haberler neticesinde muhtemel onbiri Semih-Niang kurgusuyla vermiştim. Fakat bu duruma şaşırdığımı, benim bildiğim Aykut hocanın bu maça üçlü orta saha ve Özer'le başlayacağını düşündüğümü söylemiştim. Neyse ki Lig Tv yanıldı ama Aykut Kocaman'la kurduğumuz empati beni yanıltmadı. Aslında sahaya çıkan onbir kesik yiyen Santos'u hariç tutarsak 23 Ağustos günü kaleme aldığımız Değişimin onbiri ne olacak? başlıklı yazımızda verdiğimiz onbirle aynıydı. (Grafik BURADA) Aykut Kocaman'ın tarifini verdiği değişimin ideal onbiri budur. Ayrıntılarına tekrar girmek istemiyorum blogda bu konuda iki ayrıntılı tarif mevcut. Kaderin kötü bir cilvesidir ki Özer'in sakatlığıyla yine bu kadronun sahada neler yapabileceğini göremedik. Young Boys maçının ikinci yarısında da nispeten sahada olan bu onbir o zaman da Stoch'un atılması neticesinde bozulmuştu. Çok ilginç...

# Semih'in oynaması Özer'in oynamasında daha iyi oldu diyebilirsiniz. Bu maç için katılabilirim ama uzun vadede değil. Özer oynasa ve farzı misal 2-0 kazansak takım savunması adına daha pozitif görüntüler sergileyebilirdik. Konya'nın da canı bu kadar. Bu maç için de bile sırıttı bu stil. Diziliş bir ara yine 4-2-4'e döndü. Dia ve Stoch oynarken Semih'in hatta Alex'in ilkonbirde olması facia gibi birşey. Süpriz olmadı.

# Kimse kusura bakmasın bugün takımın temposuna hızına etki eden faktörlerden biri de Alex'in olmayışıdır. (Kocaman geçelim bu konuları diyor ama ben geçmem! :)) Alex'in ayrılışından sonra o bölgeye hareketli, atletik ve teknik bir futbolcunun transferi en büyük hayalim. Bu sene elimizden kaçırdığımız Hazard gibi. (Benim için oranın babası Sneijder)

# Stoch ve Dia iki genç transfer. Stoch gol atmak için çırpınıyor, forma öpüyor; Dia eli kolu durmuyor hep duada hep serzenişte. Güleç yüzler, dinamizm. Hele şükür Fenerbahçe ya hele şükür! Eline sağlık Aykut Kocaman.

# Mehmet Topuz ne kadar iyiydi değil mi? Yalnız form düzeyinde bir istikrar problemi var. Bu maç övüp haftaya sövmek istemiyorum. Bugünkü gibi aktif, oyunun içinde kalmaya devam etsin Milli Takım oyuncusu olur.

# Caner'e kızmayın ya! diyesim geliyor. Tanımam etmem, karakterini bilemiyorum ama kaçak dövüşmüyor elinden geleni yapıyor gibi geliyor bana. Hataları olacaktır. Samimiyeti önemli.

# Trabzon deplasman, Kayseri deplasman, Beşiktaş içerde. Puan kaybedilen üç maç. Kağıt üstünde her takımın puan kaybının muhtemel olduğu maçlar. Bu maçlar harici 5'te 5 galibiyet. 21-5 gol averajı. Artık bu tabloyu zorlu maçlara da yansıtma zamanı geldi. G.Saray ve Bursa maçları bu bakımdan çok belirleyici olacak.

# Ziya Doğan zihniyetinin bu ligden ihraç edilme vakti gelmedi mi? Deri ceketiyle, mizacıyla hasmına her an kafa atacakmış gibi bir hali var. Zaten oynattığı takımlarda kafa atıyor, tekme atıyor! Utanmadan bir de Aykut Kocaman'ı şark kurnazlığı yapmakla suçlamış.

# Konya maçı böylece bitti. Maçın içine derinlemesine nüfuz eden bir yazıdan ziyade bu sefer hafif geçtik. Taraftar duygusuyla :) Görüşlerinizi bekleriz efendim.




18 Ekim 2010 Pazartesi

Konya maç öncesi: Muhtemel 11 ve görüşler

Şampiyonluğa oynayan her takım sahaya çıktığı her maçı kazanmak ister. Bugün Fenerbahçe takımının kazanmayı alışıla gelenden daha fazla istemesi gerekiyor. Bu hafta alınan sonuçlara bakıldığında birinci dereceden rakiplerin hepsi puan kaybetmiş. Şimdilik bu skorların kaymağını yemeye Trabzon başladı, biz de onu sofrada yalnız bırakacak değiliz :)


Aykut Kocaman ikinci hafta oynanan Trabzon maçına benzer bir tertiple sahaya çıkmayı düşünüyor gelen haberlere bakılırsa. Aslında beni şaşırttı bu durum. Alex’siz ilk onbirleri daima 3’lü orta saha ile düşünmüştük ya da Aykut Hoca’nın öyle planladığını düşünüyorduk. Ben Emre, M.Topuz, Özer üçlüsünden oluşan bir orta saha bekliyordum. Bu tercih Daumşinas bir diziliş gibi geldi bana. Gerçi dizilişler her hocanın elinde farklı şekillenir, haksızlık etmeyelim. İlerde Semih muhtemelen oynayacaktır Niang’ın durumu negatif olmadığı sürece Kazım Kazım yedek bekleyecektir.

Dia ve Stoch uzun bir aradan sonra (sanıyorum ikinci Young Boys maçı) ilk onbirde beraber başlayacaklar. İşte burada bir sorun çıkıyor ortaya.  Bu iki arkadaş gerçekten takım savunmasına katkı konusunda yetersiz. O zaman konuşmuştuk, Young Boys maçında F.Bahçe 4-2-4 oynar gibi kalmıştı sahada. Aykut Kocaman Trabzon maçına bu tür bir tertiple çıktığında kanatlarda Özer ve Mehmet Topuz’u kullanmıştı. Trabzon farklı, Konya farklı elbette. Ama Aykut Kocaman’ın da işaret ettiği gibi rakip sert oynayacak ve kapanacak. Biz bu ofansif meziyetleri yüksek oyuncularla Konya’yı ne kadar sahasına hapsedersek hapsedelim mutlaka kontra-atak veya duran toptan pozisyonlar vereceğiz. F.Bahçe bu tür bir kadroyla golü mümkün olduğunca erken bulsa iyi olur. Yoksa sinir bozucu bir Ziya Doğan piyesi izleyebiliriz. Ya da Young Boys maçının ikinci tekrarını. Çare defansı çok ileri çıkarmak gibi gözüküyor ama Beşiktaş ve G.Saray’ın ağzının yandığını görünce Aykut Kocaman Konya’yı üfleyerek yemek isteyecektir. Nasıl olacak bakalım göreceğiz…

Selçuk Şahin’in sakatlığında Cristian’ı kadroya almaması yine ideal bir Aykut Kocaman hareketidir. Fakat eleştirilerin iyice arttığı dönemde Cristian’ı neden hararetle savunmuştu onu anlayamadım. Yarım ağızla korusa politik yaklaşıyor diyebilirdik ama pek bi seviyor gibiydi. Yine de diyebiliriz ki Kocaman adaleti Cristian’ın başına kılıç gibi indi! Bu öyle bir adalet ki kenarda Gökay Irkavul’a güveniyor. Ve siz hala Aykut Kocaman’ı eften püften alexten sebeplerle eleştiriyorsunuz sevgili F.Bahçe’liler.