11 Aralık 2010 Cumartesi

Eskişehir'de Komplo teorileri: 2 Futbol: 0



Sondan başlayalım. Eskişehir karşısında alınan yenilgi derhal takımın maç günü Eskişehir’e gelmiş olmasına bağlandı televizyon erkanında. Bu durum kendisinden sorulan Schuster gülümseyerek “Yarım saatlik yolculuğun kimseyi yorduğunu sanmıyorum” dedi. Teknik direktörün bu yorumu kesinlikle geçerli ve yeterli görülmeyerek tüm hafta boyunca en çok konuşulan şey olacak medyada bundan eminim. İkinci “maçtan önce kamp olmaz mı hiç!” seferleri çoktan başladı. Birinci seferin muhatabı şu an işsiz.

İkinci komplo teorisi, mikser niteliğine günden güne ısınan spiker Melih Gümüşbıçak’tan geldi. Kırmızı kart çıktığı anda karar verilmişti: Ligin son haftası noel tatiline denk geliyordu, Guti rahat tatil için kolayca attırmıştı kendini oyundan. Tv ekranında iş popülizme gelince mangalda kül bırakmayan, yöneticilere, futbolculara, taraftarla itidal çağrısında bulunan şahsı muhteremlerin hiçbir dayanağı olmadan kitleleri hastalıklı komplo teorileriyle doldurmalarının ne anlamı var? Niang’ın golü şans eseri, hakemin kararları F.Bahçe orjinli, Guti’nin kartı noel maksatlı. Biraz fazla olmuyor musunuz Melih bey?

Maça gelelim. Onca sakattan sonra sadeleştirilmiş, sıradanlaşmış bir Beşiktaş var. Schuster elindeki malzeme gereği 4-3-1-2 tadında bir sistemle sahada. Keza yokluk bu sistemi körüklüyor birkaç haftadır. Eskişehirspor’un topun arkasına geçerek Beşiktaş’a hiç alan bırakmamak gayretinde olduğu çok açık. Maç sonrası futbolcuların yorumlarında haftaiçi Bülent Uygun’un “Bırakın top onlarda kalsın, defansın öne çıkmasını fırsat bilip araya oynayın” dediğini öğreniyoruz. Zaten Beşiktaş sezon içersinde sürekli bu taktikle mağlup ediliyor. Bu sistem, yani nispeten kanatsız oynamak, beklerin hücuma daha fazla ve etkin katılmasını zorunlu kılıyor. Bu zorunluluk Eskişehir’in kanatlardaki boşluğu kullanmak istemesiyle birkaç tehlikeli atağa dönüştü ilk yarıda. Bununla beraber topyekün topun arkasında duran bir rakibe karşı kalabalık orta saha kurgusu üretkenlik getirmiyor. Bekini çıkartsan bir dert çıkartmasan ayrı bir dert. Üstelik bu sıkışıklık bugün itibariyle daha forvet karakterli oynaması gereken Guti’nin sürekli geriye çekilip oyun kurmaya çalışmasıyla daha da yoğun akıcı bir kıvama büründü. Tabi Schuster adına yapılacak bir şey yok. Müdahale aralığı dar hatta sıfır bana kalırsa. Ben Beşiktaş bu şartlarda nasıl gol atacak acaba bir duran top haricinde diye düşünürken Guti’nin kırmızı kartı geldi cihana. Bundan sonrası bahane…

İkinci yarıyla birlikte rakibin eksikliğini iyi kullanan Eskişehirspor (Schuster’in bana kalırsa başarılı hamlesine rağmen) Tello’nun sahaya katılımıyla daha yaratıcı daha estetik bir hale bürünerek maçı kopardı. 30 sene sonra gelen bu galibiyetin Eskişehirspor için anlamını bilemiyorum ama Beşiktaş için anlamının acıtıcı olduğu bir gerçek. Üstünde yer alan 4 takımın alacağı skorlar Beşiktaş’ın ikinci yarı talihini belirleyecek. Bu dört takımdan, Trabzon+1 takımın galibiyeti işleri Beşiktaş adına berbat etmek için yetecektir bana kalırsa.

Kırmızı kart mevzusu için ek paragraf açalım. Bir futbol izleyicisi olarak; alkış olsun, topu yere vurmak olsun, hele ki kart işareti yapmak olsun bu tür hareketlerin cezalandırılmasına son derece gıcık oluyorum. Teşbihte hata olmaz diyerek, “deliye yetki vermişler önce babasını kesmiş” misali Türk hakemlerinin bu tür direktifleri abartılı doğrulukta uyguladıklarını görüyoruz yıllardır. Avrupa maçlarında ben örneğine şahit olmuyorum. Futbolcu bazen kart istiyor, bazen topu yere vuruyor. Bu kadar kolay cezalandırılmıyorlar. Bazı fiillerin o an hırsla dolmuş bir bünyeden çıktığını unutmamak gerekir. Tıpkı seyircisiz oynama cezalarının futbolu çirkinleştirmesi gibi bu tür basit hareketlerle oyuncu atmak da futbolu öldürüyor. Hakemler akıcı futbolun düşmanı sertliklere müdahale etmekte bu oranda istekli ve başarılı olsalar, daha güzel bir iş yapmış olurlar.




Hiç yorum yok: