30 Kasım 2010 Salı

İnanılmaz! Barcelona 5-0 R.Madrid



Futbolun şiirini 11'li hece ölçüsünde yazdı Barcelona bu akşam. Nou Camp içinde sabırları zorlayan hareketlerin üstadı Mourinho, geçmişten farklı olarak Marcelo-Arbeloa değişikliğiyle çaresizliğini sahnelemiş oldu bu gece. Bu tokadı çoktandır haketmişti doğrusu.

Barça'nın pas becerisi artık gerçeklik sınırını aştı, şaka mertebesine ulaştı. Koskoca Real Madrid'i alelade bir takım klansmanına sokup sokup çıkardılar. Maç boyunca ellerimi başıma götürüp "olamaz" demekten başka bir şey diyemedim, fazlası da kifayetsiz kalacaktı zaten.

Hangi futbolcuya özel paragraf açılmalı? Kimseyi ayırmak mümkün değil, tek tek isimleri onbirli tesbih alıp zikretmek tek çıkar yol. Valdes, Puyol, Pique, Alves, Abidal, Busquets, Xavi, Iniesta, Pedro, Villa ve Messi. Fakat kendi adıma, Barça'nın belki en göşterişsiz veya silik gözüken adamı Busquets'i yüceltmek isterim. Soğukkanlılık, teknik ve pas becerisi. Harikaydı bugün, Barça'nın defansif orta sahası da böyle olur zaten.

Futbolsever olmanın dışında, tutkuyla Barça sever biri olarak keyifli bir gece geçirdim, Madrid sever arkadaşlara geçmiş olsun dileklerimle... :)



28 Kasım 2010 Pazar

İBB 0-1 Fenerbahçe



Son üç senedir Olimpiyat stadında oynanan maçlarda ortaya çıkan istikrarlı sonuçlar neticesinde sonucu “El Clasico” olmaya aday karşılaşma, sonuç dışında klasik düzlemde seyretti. Olimpiyat stadının bilindik rüzgarı maçtan önce yine yerini aldı. Yine maç öncesi, rüzgarı arkasına alan yağmur arada çok az bir fiyat farkı olmasına karşın “açık tribün” ruhunu yaşamak istediklerini sandığım bir grup taraftarı çaresiz bırakarak, “o kadar yer var kurtarın bizi bu tribünden” feryadına itti stad görevlilerine karşı. Sonuçta kapalı tribündeki Fenerbahçe’li taraftarların vahim bir hataya imza atan renkdaşlarına sahip çıkması, yöneticilerin de iyi niyetiyle birlikte tribün transferi gerçekleşti.

Fenerbahçe’nin uzun vadeli zirveye tutunma emelleri dışında kısa vadede dördüncülüğe tutunma maçıydı iki taraf için. Top kontrolünü rakibine bırakarak kontra-atak varyasyonlarını kullanmasına alıştığımız İstanbul Belediye maçın başında topa sahip olarak, Fenerbahçe’yi hapsederek izleyenleri şaşkınlığa uğrattı. Soğuk ve trafik merkezli sıkıntıları göze alarak “bu sefer yeneceğiz!” hülyasıyla maça gelen Fenerbahçe taraftarı için hayal kırıcı başlangıç ilk 15-20 dakika sonrasında normalleşme seyrine döndü. Sol bekte pozisyonundaki iki alternatifinden Santos ve Caner’i dönüşümlü oynatan fakat derdine çare üretemeyen Aykut Kocaman geçen haftanın aksine Caner’e şans verdi bu maçta. Garip hareketleri ve berbat ortalarıyla Caner’e rağmen maçın gol yenilmeden kazanılması İbrahim Akın’ın kaderin bir cilvesi eseri sol ayaklı yaratılmış olmasındandır. Hattızatında maçın kara kutusu açıldığında uçağın nasıl düştüğünü anlatan iki önemli veri var elimizde: Niang ve İbrahim Akın. İlk yarıda iki pozisyonda ve ikinci yarı penaltıda golü bulamayan Niang ile özellikle ikinci yarıda sağ ayağının gazabına uğrayan İbrahim Akın 1-0’lık neticenin baş aktörleri oldular.

Golden önce bu maçta iyi oynayacağının sinyallerini veren Cristian Baroni, gol pozisyonunda haftaçi antremanlarda Aykut Kocaman’ın plan olarak okuttuğu önde baskı dersine iyi çalıştığını göstererek sözlüden tam not aldı. Cristian, yatakta sağdan sola dönerken biliçsizce uyanır gibi mi oldu yoksa transfer sezonu öncesi derin uykusundan mı uyandı bunu zaman gösterecek. Cristian’ın baskın görüntüsü çok koşmasına ve iyi niyetli oyununa rağmen henüz maça ağırlığını koymaktan uzak kalan Gökay’ın varlığına da bağlanabilir.

Golü atan Alex’in son haftalarda övdüğümüz, geçen maç hocasından övgü alan “topla fazla buluşma tutkusunu” Kadıköy’de bırakarak sahaya çıkması Fenerbahçe’nin oyununu kilitleyen baş faktördü. Bu böyle devam ettiği müddetçe Fenerbahçe’nin oyununda bir değişiklik olmayacaktır. İkinci yarı topu yine hakimiyetine alan Belediye leblebi gibi gol kaçırmaya başlayınca ben şahsım adına Gökay-Selçuk değişikliğinin ilaç niyetine yutulabileceğini düşünürken (ve arkamdaki taraftarların Topuz’u çıkar Dia’yı sok eksenindeki küfür-fikirlerine müdahale ederken!) Kocaman Alex’i Selçuk’la değiştirerek orta sahayı üçledi. Ne yalan söyleylim Dia’yla birlikte bu değişiklik Fenerbahçe’nin oyununa biraz kan getirdi.

Ve neticesinde Dia’nın girdiği pozisyonla kazanılan penaltı, maçın kalanını Belediye tehlikesinden uzak geçirmek isteyen Fenerbahçe takımı için olduğu kadar maç çıkışı trafik tehlikesinden yırtmak için erken ayrılmak isteyen Fenerbahçe taraftarı için de çok olumlu bir gelişme oldu. Fakat Niang penaltıyı kaçırarak hem Belediye’ye hem trafiğe can vermiş oldu!

Yine çok iyi bir maç çıkaran İstanbul Büyükşehir Belediye takımını bir futbolsever olarak tebrik ediyorum. İbrahim Akın dışında yıldıza sahip olmayan, senelerdir istikrarlı performansına karşın oyuncuları transfer sezonunun gözdesi olmayan (buradan kadro kalitesinin değerini biçebilirsiniz!) bu takım sahadan 1-0 yenik ayrıldıysa Gaziantep kadar şanslı olamadığı içindir. 1-0 olsun bizim olsun Fenerbahçe’si bu skorla hem Belediye kabusunu bitirdi, hem de 2-3 fark yapamadan maçı galip bitirememe kabusunu.



23 Kasım 2010 Salı

Fenerbahçe – Buca: Atılan 5 gole sevinmek yerine yenilen 2 golü düşünmek!



Bucaspor’un karışık ve dağınık durumu, Fenerbahçe’nin gol atma becerisi gözönüne alındığında fark beklentisinin doğduğu bir maçtı Fenerbahçe-Bucaspor karşılaşması. Zannediyorum ki 38nci saniyede gelen; maçın ilk, Fenerbahçe tarihinin 3000nci golü bahislerde 7+ oynayanların yüzünü fazlasıyla güldürmüştür.

Bucaspor’un savunma zaafiyetine dikkat çekerken bu maça çıkana kadar Fenerbahçe’den 3 gol daha az yemiş bir takım olduklarını unutmamak gerekir. (13-16) Hücumda sergiledikleri başarısız hareketler geçmiş maçlarda örnekleri fazlaca bulunduğu için sürpriz olmasa gerek. Bu maça gelene kadar deplasmanlarda sadece 2 toplamda 5 gol atabilmiş Bucaspor’un Fenerbahçe kalesine 2 gol atması bir o kadar golü cömertçe harcaması Fenerbahçe adına konuşulması gereken asıl konuların başında geliyor.

Yobo – Volkan Demirel – Cristian – Aurelio

Fenerbahçe aşırı hücum mantalitesiyle oynadığı için mi çok gol buluyor ve bunun doğal bir sonucu olduğu için mi çok gol yiyor sizce? Bana kalırsa Fenerbahçe’nin fazla gol atması hücum hattında sahip olduğu futbolcuların kalitesiyle orantılı daha çok. Aykut Kocaman’la birlikte daha tempolu ve golsever bir takım yaratılmak istendiğini biliyoruz. Fakat bu kimliğe sahip olmak için takımın geçmiş senelere nazaran daha fazla defansif ödün verdiğini söyleyemeyiz. Oyuncu kalitesi ve farklı özellikler benim için birinci etken. Peki gol atma becerisinde gösterilen normal seyir iş takım savunmasına veya kabaca defansa geldiği zaman neden anormalleşiyor? Süper Ligin tam 10 takımı Fenerbahçe’den daha az gol yemiş. Geriye 7 takım kalıyor geçilen. Ligin ilk iki takımı Bursa ve Trabzon’un yediği toplam gol 17, Kayserispor’u da işin içine katarsak rakam 23 oluyor. Üç takım 23, tek başına Fenerbahçe 18!

5-6 gol attıktan sonra yenilen 2 gol önemli gelmeyebilir. Fakat savunma sıkıntısı yaşamak ve gol yemeden maç bitirememek Fenerbahçe’nin bugün bu performansa rağmen ligin 4ncü sırasında yer almasının ana nedenidir. Gaziantep maçında alınan yenilgi, Bursaspor karşısında korunamayan skor, Trabzon deplasmanında atılan 2 gole rağmen yenilen akıl almaz 3 gol, Kayseri maçında rakibin sadece iki kontra atakla maçı 2-0 galip tamamlaması, Beşiktaş maçında Buca karşısında tutan şansın tutmaması ile yenilen tek gole kurban giden 3 puan. Böyle giderse örnek listesi iyice kabaracak.

Peki iyi bir sezon geçiren Volkan Demirel’e, geldiği günden bu yana oyun bilgisiyle güven veren Yobo’ya, o oynamazsa Fenerbahçe kaybediyor denilen Lugano’nun varlığına, hücum ödevlerini yerine getirirken savunmasından asla ödün vermeyen Gökhan Gönül’e ve performansıyla olmasa bile ismiyle Andre Santos’a rağmen bu kadar çok gol yenmesinin esrarı nedir? Eğer ilk şıkkı yani Fenerbahçe’nin aşırı hücum mantalitesiyle oynadığını elersek (ben eliyorum üst paragrafta belirttiğim üzere) geriye çözülmesi zor bir problem kalıyor.
Sorunun kaynağını Fenerbahçe orta sahasının ve hatta hücum elemanlarının top kapma becerilerinin çok düşük olmasına bağlıyorum. Savunma dörtlüsü hariç geriye kalan oyuncuların bir zamanlar Aurelio’nun yaptığı kadar dahi rakipten top kapamadıklarını söylesek bilmem abartmış olur muyuz? Rakibin oyununu bozmak için pres yapmak şart bunu biliyoruz. Dia-Stoch-Alex-Cristian dörtlüsü aynı anda sahada olduğunda bu konuda eksiklik yaşadığı aşikar. Fakat bu dörtlü sahada yer almadığında da Fenerbahçe’nin yediği gol sayısında pek bir değişim olmuyor. Fenerbahçe takım olarak topun arkasına geçerek presle rakibin oyununu bozamıyor ve kadro yapısı itibariyla bunu asla yapamayacak. Böylelikle geriye bu hastalığı çözmek için geçmişten tedavi örneği alma zorunluluğu çıkıyor. İlacın adı Aurelio desem kafi gelir mi?

Orta sahada yer aldıkları taktirde Emre ve Mehmet Topuz’un yaptığı pres ve gölge markajı top kapma aşamasında pek bir işe yaramıyor, Cristian’ı hesaba katmıyorum zaten. Bu konuda Fenerbahçe’nin şu an en elle tutulur adamı Selçuk Şahin. O dahi yetersiz. Her ne kadar devre arasında bir transfer yapılacaksa 2 yönlü ortasaha oyuncusu alınması taraftarı olsam da mevcut durum (kadro yapısı itibariyla) Fenerbahçe’nin daha çok bir “Top kapma” canavarına ihtiyaç duyduğunu gösteriyor. Bekleyip göreceğiz.

Alex

Tarihin 3000nci golünü Alex’in atması yaraşırdı ve çok güzel oldu. Hangi gol üç bin sayılacak bilmiyorum ama Alex işi garantilemek için 3 gol birden attı :) İşin daha güzel tarafı Bursaspor maçıyla başlayan Eskişehir maçında zirve yapan Alex’in oyununda gerçekleşen değişiklik. Bu blogu az çok takip eden herkesin Alex üzerinde yaptığımız eleştirilerin rakibe pres yapması veya ayağa kayması isteğinden çok, o mevkide bulunan oyuncunun topla daha fazla buluşması ve oyunu yönlendiren adam olması gerektiği olduğunu okumuştur. Alex’in ikinci forvet gibi stoper markajı altında kaldığında Fenerbahçe’nin futbolunun kangren  olduğu örnekleriyle mevcuttu. (Galatasaray maçı yazısına bakabilirsiniz) Beşiktaş maçında olduğu gibi topla ilk kez 18nci dakikada buluşan Alex yerine orta sahada oyun kuran Alex Fenerbahçe’nin farkıdır. Bakın Aykut Kocaman Bucaspor maçından sonra ne diyor:

“Alex’in pozisyonu itibariyle oyun akışımızı işleten oyuncu olması, topla çok buluşması gerekiyor. Özellikle ilk yarıda topla çok buluştu ve oyunun akışında önemli bir role sahip oldu.”

Çokca bahzettik ama örnek olarak 13 Eylül ve 7 Kasım tarihinde yazdığımız yazılarda biz ne demişiz?

“Alex’ten tek istenen harika yetenekleri doğrultusunda oyunun hücum yönünde toplu ve topsuz alanda daha aktif ve hareketli olması.”

“Bu blogda dile getirdiğim, zaman zaman diğer bloglarda yorumcu olarak tartışmalara katıldığım şey buydu işte; oyunun hücum yönünde, topsuz alanda hareketli ve topla buluşmayı arzulayan bir Alex. Fenerbahçe’nin değil; bu sistemin, bu formasyonun ihtiyacıdır bu.”

Bu örneği ben demiştim edebiyatından daha çok yaptığım Alex eleştirisi üzerine beni kınayan hatta Alex’in attığı her golden sonra beni arayan arkadaşlarıma ithafen veriyorum :) Tek başına Alex yetmiyor, öyle olsaydı her sezonu şampiyon bitirmesi gerekirdi Fenerbahçe’nin.

Gökhan Gönül ve Dia

Eskişehir maçı sonrasında yazmıştık tekrar olmasın diyerek kısa tutacağım. Dia’nın varlığı Gökhan Gönül’ün hücum yönünü baltaladığı gibi genel olarak  takım savunması zaafiyeti de yaratıyor. O maçtan sonra “ya Gökan Gönül ya Dia” tercihi zor bir karar diye düşünmüştüm. Aykut Kocaman bu maçta Gönül ve Topuz ikilisini tercih etti. Bu ikili sahada yer aldığında Gönül kanat oyuncusu Topuz iç orta saha gibi oynuyor. Dia ve Gönül yer aldığında Gökhan bek Dia açık oluyor klasik olarak.

Dia için şöyle bir eleştirim olacak. Evvela çok üşüyor herhalde eldiven bere kombinasyonundan vazgeçmiyor :) 20 dakika kadar sahada yer almasına karşın ekstra bir performans segilememesini yadırgıyorum. Henüz ortaya pek bir şey koymamış olmasına rağmen taraftarın kendisini benimsemiş ve sevmiş olması gerçeğine yakışmıyor bu durum. Hiç değilse 20 dakikalık süre zarfında daha agresif, daha savunmacı olması gerekir. Fakat oyuna girmesi için kenardan talimat geldiğinde bile kulübeye koşmak yerine yürüme temposunda ilerlemesi benim için can sıkıcı. Geçen sene çok sevilen Andre Santos’un bu sene ıslıklanması ders olmalı, bizler yeni geleni hemen bağrımıza basarız fakat her sene bir yeni gelen olduğundan o bağırda kalmak için Alex olmak gerekir. Bu şekilde yedek kalıp, gol atamadı mı unutulur, seneye ıslıklanan bir Dia profili görmemiz içten bile olmaz. Bu ıslık işi de can sıkmaya başladı ya onu bir başka programa bırakalım :)

Övgüler

Bir an için derdi tasayı bırakıp ligimize Niang adlı birinin geldiği için sevinelim. Alex’den memnuniyet duyalım, Stoch’un performansının gelecek için umut verici olduğunu hissedelim. Semih Şentürk’ü alkışlayalım, Gökay Iravul ve Volkan Demirel’i nazardan saklayalım!




18 Kasım 2010 Perşembe

Andre Santos



Dün gece oynanan Brezilya – Arjantin hazırlık maçında sahada yer aldı Andre Santos. Geçtiğimiz hafta  antreman içinde yaşadığı hafif bir sakatlık sonucu önce “tedbir amaçlı” antremanı yarıda bırakmış, sonra yine aynı gerekçeyle G.Antep kadrosuna alınmamıştı. Bu saçma açıklama üzerine spekülasyon üretmekte gecikmeyen basın Andre Santos’un milli maç nedeniyle Aykut Kocaman’dan G.Antep deplasmanından affını istediğini yazmıştı. Haber gecikmeden yalanlandı ama mide bulantısını gidermedi. Günümüz futbolunda bir hazırlık maçı için resmi bir lig mücadelesinden affını istemek tamamen profesyonellik dışı bir hareket olacağı için, Andre Santos’un “hiç utanmadan” (kalbinde yeri olsa bile) böyle bir şeyi talep edebileceğini sanmıyorum. Fakat Santos için özel bir durum oluştu son zamanlarda. İlkonbirdeki yerini Caner Erkin’e kaptırdı ve kah kendi, kah teknik ekibin isteğiyle devre arası takımdan ayrılacağı konuşulmaya başlandı. Bu senaryoyu doğru kabul edersek, profesyonellik dışı diye nitelendirdiğimiz olayın gerçekte varolabilme ihtimalini daha dikkatli hesap etmemiz gerekebilir. Gözden çıkarılmış bir Santos, Brezilya milli takımında oynayarak piyasasını parlatacaktır, ki öyle de oldu.

Halbuki iyi başlamıştı Andre Santos-Fenerbahçe birlikteliği. Bir sol bekten beklenmeyecek kalitede tekniğe sahipti, hücum yönünün kuvveti onu ilk geldiği günlerde takımda sol açık mevkisine bile yerleştirmişti. Transfer haberi geldiğinde takımdaki Brezilyalılar bile şaşırmış, hatta Deivid “Bizim bildiğimiz Santos mu?” diye sormadan edememişti. Şimdilerde şikayetçi olduğumuz Brezilya ekolü, Brezilya futbol endüstrisinde Fenerbahçe’nin bilinmesine ve tamamen duygusal gerekçelerle bile olsa sevilmesine yol açtı. Santos belki 20 yaşında bir çocuk olsa Fenerbahçe’ye transferi daha zorlaşabilirdi, fakat yaşı olgunluk seviyesine yaklaşmış bir futbolcu için Avrupa’nın büyük bir kulübüne gitmek daha zordur, merdivenden tırmanması gerekir. Avrupa arenasında pek başarılı olamayan Türk kulüpleri bu basamakların tırmanılması için doğru tercih mi orası tartışılır aslında. Andre Santos bugün Porto’da oynayan bir futbolcu olsaydı piyasası şimdikinden daha yüksek olur, biz de uzaktan neden biz alamıyoruz böyle adamları diyerek hayıflanırdık. Santos’a da kendini göstermesi için milli takım kalıyor haliyle.

Dün geceki maçta özet görüntülerde bile kendini hissettiren bir Santos vardı. Çalımları yakın çekime alınan, şut çeken, orta yapan, bindirme yapan… Fenerbahçe için çok değerli bir oyuncu Andre Santos. Üstüne titrenmesi gereken, hatta parlatılması ve şişirilmesi gereken. Aslında Santos için gerçekleşmesi gereken senaryo iki sezon Türkiye’de oynadıktan sonra kendisine ödenen tüm paraları çıkartacak bir transfer yapmasıydı. Geçen sezon Fenerbahçe forması altında nispeten iyi bir sezon geçiren Santos, Dünya Kupası’nda Dunga, Avrupa elemelerinde de Young Boys ve PAOK engellerine takıldı bu rüya için. Gelinen durumda bu hayali senaryo tamamen değişti, parlatılacak adam olmaktan gönderilecek adam olma aşamasına geldi Santos. Ve artık belli oluyor ki, kendisi de bu hayallerden iyice uzaklaşmış olmanın etkiyise mutsuz. Ama o biçimde, ama bu biçimde Fenerbahçe’den ayrılacak görünüşe bakılırsa. Böyle bir durumda sol bek pozisyonunun Caner Erkin tekelinde olması F.Bahçe taraftarları için çıldırtıcı olabilir, bununla birlikte mali açıdan ele alırsak, Güiza seviyesine indirgenmiş bir Santos satışı kulübün zararına olacaktır.

Aykut Kocaman Brezilyalı kıyımında Santos için özel bir parantez açmalı ve mutlaka onu kazanma yoluna gitmeli. Hiç değilse bu sezon sürekli ilkonbirde oynayarak  kendisini göstermesi için fırsat verilmeli. Santos da eğer daha iyi yerlere gelmeyi hayal ediyorsa bu harekete cevap verecektir. Bu durumdan Fenerbahçe futbol takımı da kasası da yarar görür.

Tüm bunların yanında; sezon sonu Alex’in muhtemelen ayrılacak olması, Cristian ve Bilica’nın da kovulacak olması içten içe ayrılık kararına itmiş olabilir Santos’u. Arkadaşlarına kötü muamele yapıldığını düşünebilir, yalnız kalacağını düşünebilir, bugün onlara yarın bana diyebilir… Sebep her ne olursa olsun Fenerbahçe için de Süper Lig için de acı olacak Santos’un kaybı…




15 Kasım 2010 Pazartesi

Trabzonspor'un şampiyonluğu ve Fenerbahçe

Trabzonspor'un Fenerbahçe ile husumeti ya da rekabetini körükleyen en önemli ögelerden biri olarak gösterilir 1996 yılında kaydebilen iç saha maçı ve şampiyonluk. Bununla birlikte benim özellikle Trabzon'lu büyüklerimden duyduğum bir gerçek daha var. Trabzonspor'un şampiyonluk yarışında olduğu sezonlarda genelde Fenerbahçe ile rekabet içinde olmasıdır. Trabzonspor'un şampiyonluk yaşadığı yıllardan 95-96 sezonuna kadarlık bölümü mercek altına aldığımızda şöyle bir sonuç çıkıyor ortaya:

1975-76   TS: 1 / FB: 2
1976-77   TS: 1 / FB: 2
1977-78   FB: 1 / TS: 2
1978-79   TS: 1 / GS: 2 / FB: 3
1979-80   TS: 1 / FB: 2
1980-81   TS: 1 / FB: 10 (Senelerdir takip etmekten yorulmuş olamalılar!)
1982-83    FB: 1 / TS: 2
1983-84    TS: 1 / FB: 2
1984-85    FB:1 / TS: 3
1994-95    BJK: 1 / TS: 2 / FB: 4
1995-96    FB: 1 / TS: 2

Takım kısaltmalarının yanındaki rakamlar o sezon ligdeki pozisyonlarını gösteriyor. Görüldüğü gibi Trabzonspor'un ligde iddialı olduğu hemen her sezonda rakip olarak karşısında Fenerbahçe'yi bulmuş. Beşiktaş ve Galatasaray ile çekiştikleri sezon sayısı 2.

Bu sezon ligde yaptıkları sükse ve form düzeyleri göz önüne alındığında Trabzonspor için şampiyonluğun ciddi adaylarından biri demek mümkün. Şu an Fenerbahçe ile aralarında 8 puan fark gözüküyor. Tabi lig daha uzunca bir müddet devam edeceği için devam edecek haftalarda ne olacağı meçhul. İlerleyen haftalarda Trabzonspor şampiyonluk yarışında karşısında yine Fenerbahçe'yi mi bulacak, hafızlarında sıkıntılı bir yer tutan 1995-96 sezonunun rövanşını alabilecek mi göreceğiz. Ya da tarihin ışığında Fenerbahçe'nin içinde olmadığı bir yarış onlar için daha ümit verici olabilir mi?

Hagi - Genç Osman - Vaka-i Hayriye


Dün alınan mağlubiyet Hagi'nin gelişinin G.Saray'da mevcut durumu değiştirmeye yetmeyeceğinin göstergesi oldu. Takımın Ali Sami Yen'de aldığı ağır yenilgiler, işlerin artık taraftarın tolerans gösterebileceği sınırın dışına taştığını gösteriyor.

Maçtan sonra Hagi, bu işin böyle gitmeyeceğini anlayarak futbolcuları hedef alan açıklamalarda bulundu. Bazı oyuncuların saha içindeki tutumlarından bahsetti, kimisiyle devre arasını beklemeden ayrılacaklarını söyledi, söyledi.... Keza G.Saray taraftarının da özellikle bazı isimler üstünde odaklanan protestoları oldu. Bütün bunlar Rijkaard'ın gönderildiği günleri akla getiriyor. O zamanlar daha çok Türk futbolcular ve Servet özelinde toplanan eleştiriler oyuncuların Rijkaard'ı istemedikleri için takımı sabote ettikleri yönündeydi. Komplo teorilerine ilgi gösteren biri olarak pay çıkardığım, özelikle Servet bağlantısını haksız bulmadığım bir teoriydi bu. Bozulan yeniçeri teşkilatı padişah getirip padişah götürme gücüne kavuştuğu zaman artık padişahın isminin ve yapmak istediklerinin bir değeri yoktur. Rijkaard, Genç Osman misali G.Saray'a geldiğinden beri bir takım değişiklikler, fikirler getirmeye çalışmış (hatırlayın; kamplar, sistemler, yeme içmeye kadar uzanan, vb) bunu bazı oyuncularla yapamayacağını iyi bildiğinden zaman zaman medyaya oyuncuları hedef alan açıklamalarda bulunmuştu. Rijkaard Servet'le olmaz diyordu, Rijkaard yeteneksiziz diyordu, diyordu da diyordu. Sonradan ortaya çıktı, sezon başı yönetime sunduğu transfer listesinden istediği kimse alınmadı ve yeniçerilerin kucağına düştü Rijkaard. Onlar'da Mecidiyeköy zindanlarında boğdular Genç Rijkaard'ı.
(Rijkaard'ın bütün başarısızlığını bu nedenlere bağlamıyorum tabi. Maksat burda Rijkaard'ı korumaya çalışmak zaten değil.)

Hagi ne kadar radikal bir karar verdi, söyledikleri birkaç yabancı futbolcu ile mi sınırlı kalacak yoksa genç yaşlı kimsenin gözünün yaşına bakmadan ocağı toptan mı kaldıracak göreceğiz. Birileri ona Genç Rijkaard'ın hikayesini anlattı mı merak ediyorum? Eğer anlattıysa dün yaptığı açıklamalardan sonra Hagi, II.Mahmut'un rolüne soyunmalı. Yani sorunun kaynağını kökten çözecek bir vaka-i hayriye. G.Saray için bundan başka bir hareket hayırlı olmaz gibi duruyor...




14 Kasım 2010 Pazar

Ertuğrul Sağlam'ın Markus Merk'le imtahanı


Dün alınan net yenilgiden sonra benim için süpriz olmayan bir hakem çıkışında bulundu Ertuğrul Sağlam. Genelde her maç içinde el kol hareketleriyle aleyhte gelen hakem kararlarına sürekli itiraz içinde olmasını biraz empati kurarak anlayabiliyorum, fakat bu tarzı özellikle mağlubiyetle sonuçlanan maçlarda her şeyi hakeme bağlamasına yol açıyor ki bundan hoşlanmıyorum.

Dün alınan yenilgiden sonra yine hakem hezeyanında bulundu, tıpkı 3-0 kaybedilen Fenerbahçe maçında her şeyin sorumlusunun hakem olduğu gibi. Bazı pozisyonları Lig Tv'de yayınlanan Maraton programına havale etti, neyse ki Lig Tv'de artık Markus Merk var!

Hep yazmak istiyordum sırası gelmişken sayın Markus Merk hakkında biriki kelam edelim. Şansal Büyüka ve Mustafa Denizli'nin bize özgü yavaşlatılmış çekimde bir ileri bir geri oynatma hastalığına binaen pozisyonları genelde hızlı çekimde yorumlayan, her şeyin yavaş çekime havale edilmesinin hakemlere haksızlık olacağını anlatıp duran bir adam. Trabzon maçında Kasımpaşa adına verilmeyen net bir penaltı için Mustafa Denizli'nin pozisyondaki futbolcu Yekta idi sanırım "Burada milimetrelik kurtarma payı var!" kanaatini ısrarla savunmasına karşılık orada Markus Merk'in oturması içimi ferahlatıyor doğrusu. İşte böyle bir adama havala edilen maçın hakem yorumu ortaya çıktıktan sonra Mustafa Denizli şunu demekten kendini alamadı:
"O zaman maç şu an 3-0 ve Bursaspor 10 kişi görünüyor"
Sayın Ertuğrul Sağlam uzun zamandır ligde pek yenilgi almıyor, Allah yolunu açık etsin fakat olur da işler ters gitmeye başlarsa içindeki canavarı ortaya çıkarmazsa iyi olur, bu zamana kadar kazandığı beyefendi imajına zeval gelsin istemeyiz!




Antep 2-1: Değişmeyeceksen, değiştirileceksin!

Bir taraftar olarak dün gece yaşadığım üzüntüyü çok maçta yaşamadığımı söylemek istiyorum. O yüzden bu maçı daha objektif bir dille değil, taraftar diliyle, kısa ve net bir şekilde yazmaya karar verdim.

Cristian Baroni
Bu blog içerisinde kendisini şarlatan olarak resmettiğimi hatırlıyorum. O günden bugüne yapılan tüm eleştirilere ve kadro dışı kalmasına rağmen değişmedi, değişmeyecek. O zaman değiştirilecek demektir! Dünyada "ön libero" gibi bir mevkide oynayıp maçtan bu kadar kopuk bir adam daha zor bulursunuz. Ben susayım gözlerimiz konuşsun, maç içersinde bulunduğum ortamda sinirden havaya zıplamama neden olan bir pozisyon Stiff1907'nin blogunda yer alıyor, mutlaka izleyin ve  hepimizin artık iyice bildiği Cristian Baroni gerçeğine bir kez daha şahit olun: Tıngır mıngır Cristian Baroni!

Andre Santos
Hafta içinde bir antreman sırasında baldırı çeken Santos "tedbir amaçlı" idmanı yarıda bırakmıştı. Görüntüleri gördüm, pek olağan bir şey gibiydi. Santos'un antremanı bırakması bana Hiddink'in okuduğum bir röportajını hatırlattı. Türk futbolcuların antremanda sürekli sakatlık geçirdiğini, kaytardığını ve futbolcuların anlamsızca üstüne titrendiğinden bahsediyordu. Burada da gelen yabancılar bizimkileri değiştireceğine, onlar da bize benziyor diyen Mehmet Demirkol'u analım. Aynı Andre Santos yine "tedbir amaçlı" Gaziantep maçı kadrosuna alınmadı. Bırakalım bu kurumsal mesajları ve gerçeği söyleyelim! Bu adam Fenerbahçe'de oynayacak mı oynamayacak mı? Burası bir spor kulübü dinlenme tesisi değil; eğer sağlamsa kadroya girecek, yok umut kesildiyse kesin bir dille ifade edilip değiştirilecek!

Colin Kazım
Başına gelmeyen kalmadı Kazım'ın, fakat sahada gösterdiği performans giydiği kramponlar kadar bile dikkat çekici olamadı! Isınmaya gönderildiği zaman taraftar tarafından hala bir umut olarak görülen alkışlanan bu adam; ne taraftarın, ne hocasının kendisinden beklediği değişimi gösteremedi, değiştirilmeyi haketti!

Aykut Kocaman
Geçen sezonun futbolcuları Daum'un takımı gibi sahada yer alıyorsa, değişim adına vadedilen şeyler Niang'ın oynayıp oynamamasıyla değişkenlik gösteriyorsa burada sana duyulan ihtiyaç nerede sayın hocam? Bu blogda Aykut Kocaman hakkında böyle bir yorum ararsanız bulamazsınız, dedik ya biz de sonuçta taraftarız diye! Kendisine inancım son sürat devam ediyor da ona bu kadar inanan biri olarak daha fazlasını istiyorum...




7 Kasım 2010 Pazar

Fenerbahçe 4-2 Ekişehir: Olmaya devlet cihanda topla oynayan Alex gibi!


Fenerbahçe kimilerine göre “zorluk derecesi düşük” maçlardan birini daha bol gollü ve güzel futbolla kazandı. Zaten F.Bahçe futbol takımı puan kaybettiği 5 maçtan sadece G.Saray ve Kayseri maçlarını oyun ve pozisyon olarak kısır bir değerde tamamlamıştı. Bu bakımdan F.Bahçe’nin bu sene pozisyon bulmak ve gol üretmekte rakiplerine göre daha başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Hatta kendine göre bile daha başarılı! Özellikle geçen sezon yokluğu hafızalara kazınan, belki Zico döneminden beri özlenen bir şeydi gol ve pozisyon zenginliği. (O zaman hızlı oynamazdık o ayrı mesele) Bu yüzdendir ki Konya deplasmanından alınan 4-1’lik skor sonrası yazı başlığımızı Daum’un kirleri temizlendi artık diye atmıştık.

Neler oldu?


Evvela Aykut Kocaman geldi :) İşe bunu kabul ederek başlamamız gerekiyor. Hızlı oynamak, bol gollü galibiyetler, topa sahip olma, pas becerisi sayın Aykut Kocaman’ın vaatleri arasındaydı. Bu vaatlerin ulaştığı nokta henüz herkesi tam manasıyla tatmin etmemiş olabilir, fakat bu meziyetlerden örnekler sunuldu bugüne kadar. Eğer sezon başından beri telaffuz ettiğimiz “değişim” hayata geçecekse bu zaten 11 haftada olgun meyve verecek kolaylıkta bir kavram değildir. Belki her şeyin yerli yerine oturması gelecek sezonla birlikte başlayacak. Örneğin sezon sonunda Alex’in takımdan ayrılması değişimin en sancılı fakat en köklü adımı olacaktır. Onu o zaman, o şartlar altında değerlendiririz.

Olmaya devlet cihanda topla oynayan Alex gibi!

Erken gelen golden daha önemli bir işaret vardı dünkü karşılaşmanın başında. G.Saray karşılaşmasında grafiğe döktüğümüz, sezon başından bu yana Alex adına şikayet ettiğimiz bir gerçek Bursaspor ve özellikle Eskişehir maçlarında tarih oldu. Oyun kurmak için topu stoperlerden alan Emre’nin karşısına topu almak için kendini ilk gösteren oyuncuydu Alex.  Orta alanı boş bırakmadı, takımın forvetiyle birlikte orta sahadan kopuk beklediği pozisyonu terketti. Emre’den aldı, Cristian’dan aldı, Gökhan Gönül’den aldı. İkinci forvet gibi kendisini marke eden futbolcunun kucağında beklemektense oyun kurdu, oyunu açtı. Bu blogda dile getirdiğim, zaman zaman diğer bloglarda yorumcu olarak tartışmalara katıldığım şey buydu işte; oyunun hücum yönünde, topsuz alanda hareketli ve topla buluşmayı arzulayan bir Alex. Fenerbahçe’nin değil; bu sistemin, bu formasyonun ihtiyacıdır bu. Maçın hemen başında kendisini bu halde görünce inanın penaltı golünden daha fazla sevindim bir taraftar olarak.
Özellikle son iki hafta gözönüne alındığında F.Bahçe takımı için en kayda değer değişim budur. Şu nacizane yazımızda paragrafı hakedecek olay budur. Buradan sonra maç içinden notlarla devam edelim:

Fenerbahçe’nin kanat hücumlarında ilginç bir durum vardı dün gece. Sağ kanadın hücumcusu Gökhan Gönül, sol kanadın hücumcusu Stoch oldu. Mehmet Topuz’un yerleşmiş pozisyon anlayışının da etkisini hafife almayarak diyebiliriz ki Gökhan’ın bu bindirmeleri Topuz’u çizgiden daha içeri yerleştiriyor. Fakat aynı durumu Dia-Gökhan birlikteliğinde göremiyoruz. Bunun asli sebeplerinden biri de Dia’nın yerleşmiş pozisyon anlayışındandır. Dia oyun felsefesi olarak çizgiye paralel pozisyonundan ödün vermiyor. Böylece arkasında oynayan bekin onu aşarak çizgi boyunca bindirme yapması zorlaştığı gibi manasızlaşıyor da. Eğer bu ikilinin hücum varyasyonları uygun bir felsefeye oturtulmazsa Gökhan Gönül’ün bu tür bir performans göstermesi için Mehmet Topuz’la beraber oynamasını bekleyeceğiz. Gerçekten çok ilginç bir karar olacak. Ya Gökhan ya Dia :) Stoch, Dia’ya nispeten içeride oynamayı daha fazla seven bir karakterde olmasına rağmen dün daha fazla çizgiye yakın kalması Caner’in aynı oranda etkili olmamasının da sebeplerinden biridir.

Cristian dün nasıl oynadı ben karar veremedim? İyi miydi kötü müydü? Var mıydı yok muydu?

Yobo bendeki Lugano sevgisini aldı götürdü arkadaşlar. Adam baskı yese bile korkunç bir rahatlıkla (ya da çok sevdiğimiz ifadeyle tecrübesiyle!) topu saklıyor, kullanıyor. Kendisine atletik değil diyen Rıdvan Dilmen Yobo’yu koşarken bir daha izlesin. Kastettiği şey çeviklikse onu bilemeyeceğim.

Takım böyle oynarsa Semih atar, Niang atar, yarın öbür gün Güiza oynarsa o da atar. Tabi Niang takım böyle oynamazsa da atar, ya da atma ihtimali en yüksek oyuncudur o ayrı.

Bilica’yı ıslıklamak doğru değil, sonrasında alkışlayıp tezahürat yapmak da değil bence. İkisini de yapmayacaksın. Bu tepki aslında sadece hatalarından sebep değildir, bugüne kadar yaptığı centilmenlik dışı hareketlerin de bir tezahürüdür. Tez zamanda ayrılması gerekiyor, fakat yerine Türk stoper bulamıyorsunuz, sorun burda.

Bugün saat 16:00’da Lazio – Roma (TV8) ve 22:00’de Real Madrid – Atletico Madrid (NTVSpor) derbileri var. Hala duymamış olanlara duyrulur :)