24 Ağustos 2011 Çarşamba
23 Ağustos 2011 Salı
Parayı veren Play-Off’u çalar!
Tam olarak ne oldu bilmiyorum, bir sabah uyandık ve ligimizde bu sezon play-off sistemi uygulanacağını öğrendik. Federasyon ligin devamı esnasında mahkemeden ya da kendi içlerinden çıkacak “şike yapılmıştır” kararı çıkarsa ne yapacağını daha kararlaştırmamışken apar topa play-off derdine düşmesi sadece “gündem değiştirme” maksatlı olamaz. Muhtemelen bu işin altında Digiturk’ün eli var. Federasyon başkanı Tv8’de yaptığı konuşmada Digiturk sanki habersizmiş gibi yapıyor fakat Digiturk’un yayınlarına sinmiş “Play-Off kampanyası” bu yorumun doğruluğuna pek işaret etmiyor.
Digiturk + Federasyon / Marka Değeri = ?
Digiturk suçlu mu? Hayır. Parasını fazla fazla verdikleri ligin daha fazla kazandırmasını istiyorlar. Zaten şike soruşturması yüzünden gelinen nokta yayın gelirleri açısından iyice karamsar bir tabloyu işaret ediyor.Şu ortamda yeni abonelik satmak bir yana eskileri elde tutmak bile oldukça zor. Aslında tüm sorun ligin bu kadar para etmesinden kaynaklanıyor. Ligimiz bu kadar para eder mi? Evet. Futbola aşina bu nüfus varken neden etmesin? Ama sorun şurda başlıyor bence, lig mi para ediyor üç büyük kulüp mü? Ligimizin belki de kurulduğundan beri üç büyük kulüp menşeli olmasının sıkıntıları bunlar. Diğer şehirlerde taraftar bilincinin yerleşmemesi, Ankara ve İzmir gibi büyükşehirlerde bile İstanbul kulüplerinin taraftarlarının fazla olması gibi sorunlar. Çok detaylandırmak istemiyorum, bildiğimiz şeyler.
Federasyon bu durumda büyükleri birbirine tokuşturup yayıncısına daha fazla para kazandırmak yerine, gelecekte daha işimize yarayacak ve hakettiği parasal değerin karşılığını marka değeri olarak da verebilecek bir lig inşa etmeli. Pozitif ayrımcılıktan, yaptırım uygulamaya kadar önlemler almalı. Eğer kulüpler bazı şeyleri beceremiyorsa biz federasyon olarak zorlamalıyız. Altyapı zorunlulukları, kadro zorunlulukları, yönetim ve idarede zorunluluklar getirilerek kendi başlarına “kurumsallaşma ve modernleşmeyi” beceremeyen kulüpler kanun yoluyla bu yola itilmeli. UEFA’da mali kriter belirleyerek işi zora getirmiyor mu sonuçta?
Şu ligde zemini sarı saha olmasın mesela, yahut inşaat halinde stadyum olmasın. Ligin kendi değerini attrırın evvela, üç büyükleri birbirleriyle maç yaptırarak olmaz bu iş. Digiturk çok zor durumdaysa TSYD kupasını zorla oynattırın, yayın hakkını verin Digiturk’e alın size Play-Off. Tüm bu Play-Off saçmalığı bundan ibaretse çözüm bu olmalı, ligin anten ayarıyla oynamak değil.
Ayrıca ligin uluslar arası alanda da itibarını arttırmak gerekir ki biz daha ulusal alanda seviyeyi tutturamadığımızdan o kısım hakkında başka yazıda (hep beraber!) beyin jimnastiği yapalım.
Play-Off
Ha bu play-off iyi midir kötü müdür bir şey demek mümkün değil. Ben hoşlanmadım bu fikirden fakat, play-off’un böyle teklifsiz bir şekilde ve sadece yayın gelirini arttırmak maksadıyla önümüze getirilmiş olmasından duyduğum hoşnutsuzluğu dile getiriyorum. Play-Off neden saçma sapan bir şey onu karar çıkınca gündeme alalım.
Manchester United 3 - 0 Tottenham
Dünyada yattığım yerden doğrulup bana hayranlıkla kendini alkışlatan iki takım var, biri Barcelona biri Manchester United. Ergenlik düşmanım Man Utd ve Alex Ferguson'a dönümüşümü 4-4-2 Manchester Utd ile güzel! yazısında biraz anlatmıştım. Bir hafta evvelinden Manchester'ın bir sonraki maçınının ne zaman olduğuna bakıp o günü mutlaka o maçı izlemek gibi bir saplantıya kadar dönüştü bu iş. Benim için bu maçta rakibin Tottenham olması çok az bir fark yaratıyordu, maç içinde Tottenham adına o çok az farkı bile göremedik ha keza.
Geç kalan ilk golün ardından Manchester'ın maçı kazandığına, Tottenham'ın kaybettiğime dair inancı kuvvetlenince daha da keyiflendi her şey. İşte o keyif dolu dakikalarda attıkları ikinci golle bizlerin keyfini birkaç seviye daha arttırdılar. Söyleyecek şey bulamıyorum, kağıt üstünde dünyanın en iyi kadrosu değil fakat ve fakat...
Maçın özetini tavsiye ediyorum o zaman size. İkinci gol biraz montaj kurbanı olmuş ama gerekli her şey görünüyor.
Geç kalan ilk golün ardından Manchester'ın maçı kazandığına, Tottenham'ın kaybettiğime dair inancı kuvvetlenince daha da keyiflendi her şey. İşte o keyif dolu dakikalarda attıkları ikinci golle bizlerin keyfini birkaç seviye daha arttırdılar. Söyleyecek şey bulamıyorum, kağıt üstünde dünyanın en iyi kadrosu değil fakat ve fakat...
Maçın özetini tavsiye ediyorum o zaman size. İkinci gol biraz montaj kurbanı olmuş ama gerekli her şey görünüyor.
Etiketler:
manchester united,
premier league,
video
22 Ağustos 2011 Pazartesi
Palermo 2-3 Fenerbahçe Maç Özeti (Video)
Uğur Boral'ı sanırım sadece yabancı maçlarda oynatmak gerek.
Etiketler:
fenerbahçe,
video
18 Ağustos 2011 Perşembe
C.Ronaldo sökücü Dani Alves!
Mevzu el Classico olunca Messi'den, Mourinho'dan, kavga dövüşten bahsi açmak adettendir ilk başta. Ben başka yoldan gidiyorum. Futbol sezonu yaz uykusundan yeni yeni uyanmaya başlarken, acıkmış futbolseverlere ilaç gibi geldi İspanya Süper Kupa mücadelesi. Ne iki takımı ne de aralarındaki tarihi rekabeti yeniden yüceltmeye ihtiyaç yok. O zaman söze Dani Alves'i överek başlayalım. İki maç boyunca C.Ronaldo sol kanattan minik ama hızlı adımlarla içeri her sokulma girişiminde Dani Alves tarafından etkisiz hale getirildi. Hızlı koşusuyla yapmayı başardığı bir-iki orta da zaten Dani Alves'in kontrolünde gelişti, Ronaldo'nun yaptığı can havliyle ayağa kalkmaya çalışan büyük baş hayvanın idrarını kaçırması gibi bir şeydi.
Ronaldo'nun bizim görebildiğimiz kadarıyla (yani sahadaki) karakterinden hoşlanmasam bile, ona haksızlık yapan biri değilim. O da insanolmayangillerden benim için, yani "insansı". Fakat belki frikik, belki kafa vuruşu gibi avantajları olmasına rağmen futbol zekası bakımından Messi'nin onda birine denk geliyor anca. Ayrıca yaptığı hızlı bacak hareketleri Messi'nin iddiasız (düz!) top sürüşü kadar fayda getirmiyor. Messi bugün Iniesta'ya attığı gol pası ve öncesinde yaptığı dribbling ile Ronaldo'nun ipini çekmiş oldu gözümde. Artık bir sezonda 90 gol bile atsa, kendisini sürekli ikinci olarak göreceğim.
Bu maç methiyeler düzebileceğimiz Messi, ilk maçta sanırım 30ncu dakikada topla buluşabildi. Süper Kupa'yı alan Barcelona oldu ama bana kalırsa R.Madrid özellikle kendi sahasındaki olmak üzere iki maçta da Barca'yı fazlasıyla zorladı. Ama Messi'nin garip tecellisine boyun eğdiler. Biraz pis oynuyorlar, sert oynamaktan daha fazlası, bu Barcelona'yı oldukça bozuyor, bununla birlikte oldukça yürekli oynadıkları da bi gerçek. Fatih Terim görmüş G.Saray gibiler :) Barcelona için tehlike çanı gibi bir şey bu, hazır olmamak pek geçerli bir sebep değil bu maç için, hem de zaten Barca önemli takımlarla hazırlık maçları oynadı, sezonu geçen hafta açmış değiller. Geçen sezonun efsanesi beşlik (5!) maçın tekerrür etmesi zor gözüküyor. Anlaşıldı ki iki takım zirvede yine yalnız kalacaklar, aralarındaki maçlar yine olaylı geçecek ve Messi durmadığı müddetçe Mourinho'nun ve R.Madrid'li oyuncuların emekleri hep teğet geçecek.
Pis oyun derken hakemlere olan hayretimi dile getireyim. Geçtiğimiz sezondan süregelen hayretim Mourinho'yu tanık değil sanık sıfatına sokuyor. Bu kadar kasti, bu kadar tekmeli bir sistem belirleyen Mourinho'lu R.Madrid sadece maç sonunda kavga çıktığında sayıca eksiliyor. İtalya ligi mi sert, İngiliz hakemler mi hoşgörülü, hiç, hiç biri... İspanyol hakemler beceriksizlikleriyle sertliğiyle nam salmış bütün ligleri gölgede bıraktılar sağolsunlar.
Fabregas Barca için dünyadaki en doğru transferdir der dururum. Hakikaten de öyle. Xavi giderse ne olacak sorunu bertaraf edilmiştir gözümde. Keşfini Dünya Kupası'nda yaptığım Alexis Sanchez'de geçtiğimiz sezon eksikliği duyulan kanat-forvet ihtiyacını kapatacak kalitede. O ve Pedro, hatta Afellay aynı forma için mücadele edecekler gibi geliyor.
Kavga dövüşe hiç girmeden, heyecanlı ve güzel bir seri tamamlandı diyerek noktalıyorum. Gönül isterdi ki (taraftar gönlü bu) Barca biraz daha domine edebilseydi seriyi. Artık önlerindeki maçlara baksınlar, Morinho'da öyle önünden yesin biraz...
Etiketler:
barcelona,
maç sonrası,
real madrid
17 Ağustos 2011 Çarşamba
Nurnberg - Fenerbahçe 1-2 Maç Özeti
Gittigidiyor denen Niang gollerden sonra biraz hırslı, biraz arzulu bir sevinç sergiliyor.
16 Ağustos 2011 Salı
Etik metik kurullar
Federasyon başkanının söylediği şeylerin çoğu mantıklı. Yani neden karar alamadıklarıyla ilgili söyledikleri. Eğer bu ülkede Fenerbahçe, Beşiktaş gibi kulüplerin küme düşmesi söz konusuysa yeşil sahalarda gördüğümüz “kart işareti yaptı” türünden uyduruk nedenlerle ceza veremezsiniz. Kars’ta başbakanın nazarı dikkatini celbeden anıt gibi sağlam görünür kanıtlara ihtiyacınız var. Dün yazımızda Etik Kurul’un basına önden sızan yorumunun “Valla başkan olaylar dedikodudan ibaret” gibi olduğunun tercümesini yapmıştık. Başkan da bunu söyledi bugün işte. Elimizde suçlamak için, cezalandırmak için yeterli belge yok dedi. Doğru dediğine şüphe yok.
Ayrıca savcılık gerekli gereksiz bütün konuşmaları şike kapsamında değerlendiriyor. Futbol medya eliyle endüstriyel olmuştu, savcıların eliyle hukuksal oldu, tam oldu. Yani aramızda yatmalı&kaymalı konuşmalar yapamayacağız artık. Yani ben yönetici olsam, Trabzonlu bir arkadaşımla yaptığım her görüşme şike kapsamında değerlendirilirdi herhalde. Zannederim Hıncal Uluç’un da bu bağlamda (bunlar şikeyse ben hergün yapıyorum gibisinden) bir açıklaması olmuş. Dediyse doğru demiş. Federasyon az biraz bu işlerden anlayan insanlardan kurulu olduğu için bu tür sözlerle kimseyi toprağa gömecek değil. Ayrıca anneni babanı gömüyorsun toprağa, kolay iş değil ötenazi kararını vermek.
Bununla beraber kararsızlık canlara tak etmiş durumda. Fenerbahçe her branşta kan kaybediyor. Transfer, strateji, planlama hepsi kayıp. Kulübün can damarı başkan zaten ortada yok. Bu kararsızlık kararı yeterli değil. Anlaşılan o ki net karar çıkana dek Kadıköy’de Şampiyonlar Ligi marşı çalınacak biriki kere. En az… Fakat sonrasını kestiremiyoruz, çünkü TFF başkanı da kestiremiyor henüz. Süreç bi işlesin diyor. İleride cezai işlem gerektirecek bir kanıt ortaya konulduğunda ne olacak o şampiyonlar liginin, süper ligin hali belli değil. Yani aşağısından yukarısından tükürük var bu işin sakal bıyık gözükmüyor.
Sevgili savcıya da bir talimat versinler, yeni bir dalgaya yol açmasın artık. Ligin tadını almaya çalışalım. Acı başlayacak zaten bu sene. Gidip ligin ilk haftasında yeni adamlar içeri alınmasın hatta ifade bile alınmasın. Ölüsüyle, dirisiyle bitsin bu süreç!
15 Ağustos 2011 Pazartesi
Fener düşecek mi?
Heheh başlığı bilerek böyle attığımı itiraf ediyorum. Sanki bir cevap verecekmişim gibi. Hayır vermeyeceğim. Zaten cevabı TFF bugün öğleden sonra açıklayacak. O zaman anlayacağız ak Aziz kara Aziz skalasını.
Fakat etik kurul "Şikeye dair somut delil yok" demiş raporunda basının yazmasına göre. Bu terbiyeli lisanda kurulmuş bir cümle. İçine inince şöyle anlıyorum ben: "Her şey dedikodudan ibaret!"
Ne yalan söyleyeyim bana düşecek gibi gelmişti. Gerçi hedefte Fener değil Aziz Yıldırım var gibi bir komplonun da sahibiyim. Şu Etik Kurul haberinden anladığım kadarıyla demek ki Aziz içerde Fener dışarda bırakılacak. Kimse de ses etmez buna. Olan Emenike'ye oldu.
G*t olmak pahasına cevabı veriyorum o zaman: Hayır düşmeyecek. (Sağlamasını yapacağız tabi...)
Etiketler:
fenerbahçe,
yorum
4-4-2 M.United ile güzel!
Premier Lig açılışı yaptı. Güzel bir maç izleyeceğimi bilerek West Brom - Manchester United maçı için TV karşısına geçtim. Senelerce Liverpool ve bir dönem için yoğun Newcastle sevgisi beslemiş biri olarak; geçen sezon tavana vuran, fakat Chelsea şampiyonluğu ile biten bir önceki sezonda başlayan bir Man Utd sevgisi var artık bende. Vakti zamanında her sene şampiyon olmalarına, ligi domine etmelerine öyle öfkelenirdim ki! Semeriyle kuşamıyla eşek aynı eşek ama serde biraz olgunluk da var tabi. Artık kuru taraftarlık yükümü sırtımdan attım! (yalan...)
Alex Ferguson ile arttıralım bahsi. Mourinho falan mı demiştiniz? Morinyo boş adam değil ki bu kıyaslamalara adını yazdırabiliyor. Bir yandan öyle düşünüyor ve hakkını veriyor, bir yandan hareket tarzını tasvip etmediğim için onu sevmiyor ve ismini morinyo olarak yazarak ondan öcümü alıyorum! Veya Arsene Wenger diyecekler çıkacaktır. Mourinho kupa kazanmada, Wenger kulüp idaresinde örnek ve uç noktada tipler çünkü. Fakat ikisini toplayınca ancak bir Alex Ferguson ediyor. Dehşet bir adam. Öldüğü zaman nasıl Kemal Sunal için üzülmüşsem onun için de öyle üzüleceğim eminim! Gençlik aşısı da var, sıfırdan adam parlatma da var, rekor transfer ücretleri de var, kupa da, başarı da var. Çağa ayak uydurma, hatta bazen çağı bizzat meydana getirme de var.
Kendimi bildim bileli kemik gibi adamlardan kurulmuş orta sahaları severim. Benim orta saham muhtemelen İtalyan'lardan ya da Serie A'da oynayan tiplerden kurulu olur. Böyle adamların ÜÇ tanesini dizerim yan yana. Mesela Morinyolu Inter Cambiasso-Zanetti-Muntari üçlüsüyle oynardı bir ara, pek keyif alırdım. Futbol olarak değil belki ama kişisel tatmin olarak belki inlediğim bile olurdu! Çok sevdiğimiz FM-CM serilerinde de bu aşkımı sahaya hep yansıtmak istemişimdir. (Fakat o stilde hiç de başarılı olamadım!) Bu kadar lafı aslında 4-4-2'yi ezelden beri çok seven bir adam olmadığımı söylemek için ettim. Zaten Premier Lig benim için Seria A ve La Liga'dan sonra gelir. Modern futbol ayağına sinir bozucu bir çok maç izlersiniz. Fakat ambalajı öyle bir parlatır ki İngilizler, tadından yenmiyor gibi gelir. Halbuki acılığından yenmez o!
4-4-2 konusuna döneceğiz. Premier lig için atar yapalım bitaz. Alın işte açılış maçları birbirinden sıkıcı geçti. Aynı gıcık formasyonlarıyla dolu, her boku britanyanın beyefendileri tarafından zamanında kurgulanmış bir futbol oynanıyor Premier Lig'de. Biraz değiştiyse ilk el atan Wenger'dir. Elimin ve asabiyetimin ayarı biraz fazla kaçtı biliyorum ama abartılıyor a dostlar, abartılıyor! Mesela Tolunay Kafkas'ın kafasına sert bir cisim isabet etse G.Antep bir Fulham'dan fazla zevk verir inanın bana :)
Man Utd'a bakınca orda bi durmak gerekiyor. Geçtiğimiz sezon Barcelona için rakip olarak istediğim takımdı United. Arsenal küçük Barcelonaymış falan değil olay, Barca'nın Engılanya bölgesinden tek rakibi Man Utd olabilirdi, fakat Ferguson'u da kahreden bir biçimde olamadı. Bu saat gibi işleyen sistemin klasik 4-4-2 dizilişinde sahada yer aldığını görüyoruz. Diziliş manyağı olduğumu parantez dışında söylemeliyim. Ona göre göre değerlendirmenizi yapın ey okuyucu! Fakat dünyanın en iyi 4-4-2'sini Ferguson'ın takımı oynuyor. Rooney serbest rolde gözüküyor, orta ikili biraz alanına gömülmüş gözüküyor, hatta son maça bakıyorsun bekler pek ileri çıkamıyor gözüküyor. (Smalling irisi?) Rooney olmasa bu sistem işlemez diyorsun, Rooney yokken de tıkır tıkır maç kazanılıyor...
Ama Rooney bambaşka. Dünya tek vuruş üstadı. Hele bi de düzeltip vurma şansı varsa yandınız. West Brom savunması o şansı verdi mesela. Rooney de "ulan sol ayağım zayıftır benim aslında" demedi, yapıştırdı golünü. Sistemin çiçekler açmasının, gül bahçesine dönmesinin baş aktörü Rooney... Ama diyorum ya, onsuz da oynuyor bu takım. West Brom karşısında tamamen alıştığımız makine düzeninde gözükmediler, fakat maçın hemen başında gelen şiir niteliğindeki ilk gol, hiç bir şey değişmemiş biraz ısınsınlar yeter, dedirtti.
Orta sahada Anderson ve Cleverley ikilisi hiç Man Utd şanına yakışmadı. Şu aşamada Smalling de sağ bek oynamasın lütfen, gereksiz bir irilik var çocukta hücuma hiç katkısı yok. Rafael iyi ama bir "van der vaart" değil! :) Welbeck için de yanı hisleri dokuyorum kilim gibi. Yani yine abartmak istiyorum, leş bi kadro var aslında sahada. Çok sevdiğim Sneijder eğer gelirse bu takımn neresinde oynaycak onu kestirmiş değilim. Sneijder Rooney olacak, Rooney'de Berbatov mu (bu maç için Welbeck) acaba? Orta ikilide oynarsa orası yumuşattıkça yumuşatacak. Bekleyip göreceğiz Ferguson'ın ne yapacağını...
Başlığın hakkını son bi paragrafla iyice vermek lazım. İyi oynayan bir takım izlemek istiyorsanız, 4-4-2 alfabenizin ilk harfiyse, bütün yollar Manchester United'a çıkıyor. İyi oynayan aşamasını yaşamak için ben öyle yapıyorum. Man Utd hakkında yazmaya ve onları enine boyuna incelemeye devam edeceğiz.
Son sözler Liverpool için. Kenny bildiğiniz Britanya futbolu oynatıyor, sahaya bakınca Man Utd ile dizilişte bir fark göremiyorsunuz. Ama oyun aynı tadı vermiyor. Çok yetersiz bir futboldan sonra ilk maçında Sunderland ile 1-1 berabere kalarak başladı Liverpool. Bu takım ilk üç görecek mi merak ediyorum.
- Digiturk yorumcusu Mehmet Özkan'dan nefret ediyorum. Çok konuşuyor. Ona ayrıca belgelerle değinmeyi düşünüyorum.
- Blogun yazı üslubunu değiştirdim. Zamanında grafikler çizdik, öyle olmaz böyle olur dedik de ne oldu? Hem fazla zaman istiyor, hem zaman kaybı. Yazı biraz sulu veya dağınık geldiyse şans vermeye (kendinize!) devam edin. Hep beraber alışırız.
Herkese sevgiler.
Alex Ferguson ile arttıralım bahsi. Mourinho falan mı demiştiniz? Morinyo boş adam değil ki bu kıyaslamalara adını yazdırabiliyor. Bir yandan öyle düşünüyor ve hakkını veriyor, bir yandan hareket tarzını tasvip etmediğim için onu sevmiyor ve ismini morinyo olarak yazarak ondan öcümü alıyorum! Veya Arsene Wenger diyecekler çıkacaktır. Mourinho kupa kazanmada, Wenger kulüp idaresinde örnek ve uç noktada tipler çünkü. Fakat ikisini toplayınca ancak bir Alex Ferguson ediyor. Dehşet bir adam. Öldüğü zaman nasıl Kemal Sunal için üzülmüşsem onun için de öyle üzüleceğim eminim! Gençlik aşısı da var, sıfırdan adam parlatma da var, rekor transfer ücretleri de var, kupa da, başarı da var. Çağa ayak uydurma, hatta bazen çağı bizzat meydana getirme de var.
Kendimi bildim bileli kemik gibi adamlardan kurulmuş orta sahaları severim. Benim orta saham muhtemelen İtalyan'lardan ya da Serie A'da oynayan tiplerden kurulu olur. Böyle adamların ÜÇ tanesini dizerim yan yana. Mesela Morinyolu Inter Cambiasso-Zanetti-Muntari üçlüsüyle oynardı bir ara, pek keyif alırdım. Futbol olarak değil belki ama kişisel tatmin olarak belki inlediğim bile olurdu! Çok sevdiğimiz FM-CM serilerinde de bu aşkımı sahaya hep yansıtmak istemişimdir. (Fakat o stilde hiç de başarılı olamadım!) Bu kadar lafı aslında 4-4-2'yi ezelden beri çok seven bir adam olmadığımı söylemek için ettim. Zaten Premier Lig benim için Seria A ve La Liga'dan sonra gelir. Modern futbol ayağına sinir bozucu bir çok maç izlersiniz. Fakat ambalajı öyle bir parlatır ki İngilizler, tadından yenmiyor gibi gelir. Halbuki acılığından yenmez o!
4-4-2 konusuna döneceğiz. Premier lig için atar yapalım bitaz. Alın işte açılış maçları birbirinden sıkıcı geçti. Aynı gıcık formasyonlarıyla dolu, her boku britanyanın beyefendileri tarafından zamanında kurgulanmış bir futbol oynanıyor Premier Lig'de. Biraz değiştiyse ilk el atan Wenger'dir. Elimin ve asabiyetimin ayarı biraz fazla kaçtı biliyorum ama abartılıyor a dostlar, abartılıyor! Mesela Tolunay Kafkas'ın kafasına sert bir cisim isabet etse G.Antep bir Fulham'dan fazla zevk verir inanın bana :)
Man Utd'a bakınca orda bi durmak gerekiyor. Geçtiğimiz sezon Barcelona için rakip olarak istediğim takımdı United. Arsenal küçük Barcelonaymış falan değil olay, Barca'nın Engılanya bölgesinden tek rakibi Man Utd olabilirdi, fakat Ferguson'u da kahreden bir biçimde olamadı. Bu saat gibi işleyen sistemin klasik 4-4-2 dizilişinde sahada yer aldığını görüyoruz. Diziliş manyağı olduğumu parantez dışında söylemeliyim. Ona göre göre değerlendirmenizi yapın ey okuyucu! Fakat dünyanın en iyi 4-4-2'sini Ferguson'ın takımı oynuyor. Rooney serbest rolde gözüküyor, orta ikili biraz alanına gömülmüş gözüküyor, hatta son maça bakıyorsun bekler pek ileri çıkamıyor gözüküyor. (Smalling irisi?) Rooney olmasa bu sistem işlemez diyorsun, Rooney yokken de tıkır tıkır maç kazanılıyor...
Ama Rooney bambaşka. Dünya tek vuruş üstadı. Hele bi de düzeltip vurma şansı varsa yandınız. West Brom savunması o şansı verdi mesela. Rooney de "ulan sol ayağım zayıftır benim aslında" demedi, yapıştırdı golünü. Sistemin çiçekler açmasının, gül bahçesine dönmesinin baş aktörü Rooney... Ama diyorum ya, onsuz da oynuyor bu takım. West Brom karşısında tamamen alıştığımız makine düzeninde gözükmediler, fakat maçın hemen başında gelen şiir niteliğindeki ilk gol, hiç bir şey değişmemiş biraz ısınsınlar yeter, dedirtti.
Orta sahada Anderson ve Cleverley ikilisi hiç Man Utd şanına yakışmadı. Şu aşamada Smalling de sağ bek oynamasın lütfen, gereksiz bir irilik var çocukta hücuma hiç katkısı yok. Rafael iyi ama bir "van der vaart" değil! :) Welbeck için de yanı hisleri dokuyorum kilim gibi. Yani yine abartmak istiyorum, leş bi kadro var aslında sahada. Çok sevdiğim Sneijder eğer gelirse bu takımn neresinde oynaycak onu kestirmiş değilim. Sneijder Rooney olacak, Rooney'de Berbatov mu (bu maç için Welbeck) acaba? Orta ikilide oynarsa orası yumuşattıkça yumuşatacak. Bekleyip göreceğiz Ferguson'ın ne yapacağını...
Başlığın hakkını son bi paragrafla iyice vermek lazım. İyi oynayan bir takım izlemek istiyorsanız, 4-4-2 alfabenizin ilk harfiyse, bütün yollar Manchester United'a çıkıyor. İyi oynayan aşamasını yaşamak için ben öyle yapıyorum. Man Utd hakkında yazmaya ve onları enine boyuna incelemeye devam edeceğiz.
Son sözler Liverpool için. Kenny bildiğiniz Britanya futbolu oynatıyor, sahaya bakınca Man Utd ile dizilişte bir fark göremiyorsunuz. Ama oyun aynı tadı vermiyor. Çok yetersiz bir futboldan sonra ilk maçında Sunderland ile 1-1 berabere kalarak başladı Liverpool. Bu takım ilk üç görecek mi merak ediyorum.
- Digiturk yorumcusu Mehmet Özkan'dan nefret ediyorum. Çok konuşuyor. Ona ayrıca belgelerle değinmeyi düşünüyorum.
- Blogun yazı üslubunu değiştirdim. Zamanında grafikler çizdik, öyle olmaz böyle olur dedik de ne oldu? Hem fazla zaman istiyor, hem zaman kaybı. Yazı biraz sulu veya dağınık geldiyse şans vermeye (kendinize!) devam edin. Hep beraber alışırız.
Herkese sevgiler.
Etiketler:
manchester united,
premier league
Uzun bir aradan sonra...
Geçtiğimiz sezon başı bir heyecanla ortaya attığım Atak Futbol, mevcudiyetinin yegane temeli olan heyecandan yoksun kalınca belediye ile ruhsat anlaşmazlığına düşmüş inşaat gibi yarım kaldı. Biraz da yanlış hedefler çizdiğim için böyle oldu sanırım. Okurdan çok yazar olan bir piyasa bu.
Bu sefer daha şahsına münhasır bir tutkuyla yola başlıyor. Rating kaygımız yok. Haydi bakalım!
Bu sefer daha şahsına münhasır bir tutkuyla yola başlıyor. Rating kaygımız yok. Haydi bakalım!
15 Ocak 2011 Cumartesi
Andre Santos ve özür dileme müessesi
Aykut Kocaman’a Andre Santos’un basına yaptığı açıklama sorulduğunda “Ben çok önemsemedim fakat birinin konuşması gerekiyorsa o Andre Santos olmalı, kendisine kapım açık” mealinde söylediği söz ile çileden çıktığımı belirterek başlayayım. Poker face’liğin anlamı yok, ortada bir sorun varsa alır karşına ne oluyor kardeşim? diye bir sorarsın. Hem hasmının hem kendi dertlerini ortaya koyar ve neler yapılabileceğine bir bakarsın. Bu takımın teknik direktörü olduğun gibi “sportif direktörü” olduğunu da unutmaman gerekir. Madem ünvanında bu iki soylu görevi birden taşıyorsun, o zaman teknik direktör olarak canının yandığı bir konuya sportif direktör olarak bakmalısın. Olur mu böyle saçma şey? Olmaz tabi ve olmadıda. Aykut Kocaman Santos’un adım atmasını bekledi ve beklediği adım onun hislerini açığa vurmasından sonra geldi.
Andre Santos bugün yaptığı açıklama ve dilediği özürde samimiyetini yargılayamayız. Tükürdüğünü mü yaladı, kıvırdı mı, kulüp mü bulamadı, gerçekten mi pişman oldu? Ben kötü düşüncelere prim vermeyip Santos’un yaptığı açıklamayı baz alıyor ve pişman oldu varsayıyorum. Zaten içinde bulunduğu şartlarda pişman olmaktan daha iyi yapılacak bir şey yok. Caner’in kısa sürede yaşattığı acılar sonrasında Aykut Kocaman’da aynı pişmanlıkla yaklaşacaktır olaya. İki gönül pişman olursa basın açıklaması seyran olur. Bundan sonra yapılacak şeyi bir süre önce yazdığımız Andre santos yazısından alıntıyla verelim:
“Aykut Kocaman Brezilyalı kıyımında Santos için özel bir parantez açmalı ve mutlaka onu kazanma yoluna gitmeli. Hiç değilse bu sezon sürekli ilkonbirde oynayarak kendisini göstermesi için fırsat verilmeli. Santos da eğer daha iyi yerlere gelmeyi hayal ediyorsa bu harekete cevap verecektir. Bu durumdan Fenerbahçe futbol takımı da kasası da yarar görür.”
Etiketler:
aykut kocaman,
fenerbahçe,
yorum
Alex ve piyasa yapmak
Fenerbahçe’li birine Alex’i anlatmak olmaz, Alex dersin ve geçersin. Fenerbahçe, onunla geçen bunca yıldan sonra; belki sezon başında zikredilen “değişim” felsefesinden, belki de artık futbol yaşının ilerlemesi nedeniyle Alex’le bir yol ayrımına geldi. Ben asla takımda Alex varsa gözü kapalı onbire onun adı yazılır zihniyetinden olmadım, defalarca karşı çıktım bu duruma. Alex’e ve yaptıklarına duyduğum sevgiye aynı oranda, F-Bahçe-Alex birlikteliğinden doğan madde bağımlısı ve kalıbı değiştirilemeyen futboldan bıkmışlığım var. Çünkü elinizde Alex varsa takım kuramazsınız, Alex’e göre takım kurarsınız. En özeti bu.
Kaptan Alex’in geçtiğimiz günlerde internet sitesinde yer alan bir açıklaması var. Transferiyle ilgili kendisiyle görüşülmediğini, bugüne kadar beklediğini fakat artık menajerlere talimat vereceğinden bahsediyor özetle. Alex’in bu yaşında iki ülkede piyasası var: Türkiye ve Brezilya. Türkiye içinde Fenerbahçe’den başka bir takımda oynamayacak kadar Fenerbahçe’li olduğuna inanıyorum ve inanılmaz saygım var bundan ötürü kendisine. İkinci ve en geçerli alternatifi Brezilya. Fenerbahçe ve Brezilya’da bir kulüp arasında kilometrelerce uzaklık kadar maaş farkı da olacak. Asıl mesele bu. Eğer gerçekten kapısına menajerler yığıldıysa kaptanın, tercihleri arasında gözeteceği en önemli fark bu olacaktır.
Fenerbahçe tarafına bakalım. Aykut Kocaman Alex’i istemiyor bana kalırsa. Elimizde net bir veri olmadığından söylediklerim tahminden öteye geçemeyecek bu yüzden. Aykut Kocaman adını verip uygulamasını bizden sakladığı (!) değişim modelinde en önemli mihenk taşı Alex’in ortadan kaldırılmasıdır. Bu oldukça mantıklı, çünkü Alex’le değişim söz konusu olamaz. İlk paragrafta özetini verdiğimiz gibi, Alex’le, Alex gibi oynarsınız. Bu bakımdan Alex biraz lükstür, ama bu lüksün karşılığını verir. Zaten ne oluyorsa bu karşılık vermedeki saygıdeğer ustalığından oluyor. Yönetim, Aykut Kocamanı göreve getirip değişim modeline sahip çıktığına göre (en son NTVSpor yayınında Şekip Mosturoğlu’nun açıklamaları buna işaret ediyor) bu konuda arada kalmış durumda. Aykut Kocaman tarafını seçip kendilerinin de beğendiği ve Fenerbahçe taraftarının arkasında durduğu Alex’i harcamak ya da Aykut Kocaman’ı harcamak. Ya da emrivaki ile orta yolu bularak Alex ve Kocaman’lı bir nafile yıl daha geçirmek. Kesinlikle nafile yahut “beyhude”. Burada Aykut Kocaman tarafının seçilmesi takımın ikinci yarıdaki peformansına endeksli. Aykut Kocaman şimdiye kadar Alex değişimi karşısında oldukça kan kaybetti, taraftarı da karşısına aldı üstelik. Eğer işler iyi gitseydi… Bambaşka bir pencere.
Yeniden Alex’in açıklamasına dönüp, kem gözlerle bakalım. Alex ne yapıyor sizce? İnsanların haberalma özgürlüğüne duyduğu saygıdan mı yapıldı bu açıklama? Hayır, Alex’in yaptığı şey piyasa yapmak. En azından bir sene daha burada kalmaya istekli olduğu çok açık. Paragöz biri mi değil mi bilemiyorum, hangi yargılarla burada kalmayı seçtiğini bilemem fakat insanlar “gurbette” para ve rahat bir yaşam arzusuyla bulunurlar. Genel beklenti budur. Onun da kulübe ilettiği maaş talebinden beklentisinin bu anlattığımızdan çok farklı olmadığını görebiliyoruz. Öyleyse kaptan Alex bu açıklama ile yönetimi taraftarın önüne atmış oldu. Taraftarın kendisine karşı beslediği sonsuz sevgiyi pazarlık gücü gibi kullanarak tertemiz bir açıklama ile yönetimin kucağına fünyeli topu bıraktı. Bu çıkış ile kulübün kararı zamana yayma arzusu baltalanmış oldu. Taratftarla karşı karşıya kalmamak adına yeni sözleşme için adımlar atılacak ya da kesin bir tavır konularak Alex’in blog-twitter ağlaşmalarından doğan tepki göğüslenecek. Yapabilirler mi? Yapmak istiyorlar mı? Bence ikinci soru. Yapabilmek için takıma Aykut KOCAMAN lazım, ama kendisini henüz gören olmadı…
Kaptan Alex’in geçtiğimiz günlerde internet sitesinde yer alan bir açıklaması var. Transferiyle ilgili kendisiyle görüşülmediğini, bugüne kadar beklediğini fakat artık menajerlere talimat vereceğinden bahsediyor özetle. Alex’in bu yaşında iki ülkede piyasası var: Türkiye ve Brezilya. Türkiye içinde Fenerbahçe’den başka bir takımda oynamayacak kadar Fenerbahçe’li olduğuna inanıyorum ve inanılmaz saygım var bundan ötürü kendisine. İkinci ve en geçerli alternatifi Brezilya. Fenerbahçe ve Brezilya’da bir kulüp arasında kilometrelerce uzaklık kadar maaş farkı da olacak. Asıl mesele bu. Eğer gerçekten kapısına menajerler yığıldıysa kaptanın, tercihleri arasında gözeteceği en önemli fark bu olacaktır.
Fenerbahçe tarafına bakalım. Aykut Kocaman Alex’i istemiyor bana kalırsa. Elimizde net bir veri olmadığından söylediklerim tahminden öteye geçemeyecek bu yüzden. Aykut Kocaman adını verip uygulamasını bizden sakladığı (!) değişim modelinde en önemli mihenk taşı Alex’in ortadan kaldırılmasıdır. Bu oldukça mantıklı, çünkü Alex’le değişim söz konusu olamaz. İlk paragrafta özetini verdiğimiz gibi, Alex’le, Alex gibi oynarsınız. Bu bakımdan Alex biraz lükstür, ama bu lüksün karşılığını verir. Zaten ne oluyorsa bu karşılık vermedeki saygıdeğer ustalığından oluyor. Yönetim, Aykut Kocamanı göreve getirip değişim modeline sahip çıktığına göre (en son NTVSpor yayınında Şekip Mosturoğlu’nun açıklamaları buna işaret ediyor) bu konuda arada kalmış durumda. Aykut Kocaman tarafını seçip kendilerinin de beğendiği ve Fenerbahçe taraftarının arkasında durduğu Alex’i harcamak ya da Aykut Kocaman’ı harcamak. Ya da emrivaki ile orta yolu bularak Alex ve Kocaman’lı bir nafile yıl daha geçirmek. Kesinlikle nafile yahut “beyhude”. Burada Aykut Kocaman tarafının seçilmesi takımın ikinci yarıdaki peformansına endeksli. Aykut Kocaman şimdiye kadar Alex değişimi karşısında oldukça kan kaybetti, taraftarı da karşısına aldı üstelik. Eğer işler iyi gitseydi… Bambaşka bir pencere.
Yeniden Alex’in açıklamasına dönüp, kem gözlerle bakalım. Alex ne yapıyor sizce? İnsanların haberalma özgürlüğüne duyduğu saygıdan mı yapıldı bu açıklama? Hayır, Alex’in yaptığı şey piyasa yapmak. En azından bir sene daha burada kalmaya istekli olduğu çok açık. Paragöz biri mi değil mi bilemiyorum, hangi yargılarla burada kalmayı seçtiğini bilemem fakat insanlar “gurbette” para ve rahat bir yaşam arzusuyla bulunurlar. Genel beklenti budur. Onun da kulübe ilettiği maaş talebinden beklentisinin bu anlattığımızdan çok farklı olmadığını görebiliyoruz. Öyleyse kaptan Alex bu açıklama ile yönetimi taraftarın önüne atmış oldu. Taraftarın kendisine karşı beslediği sonsuz sevgiyi pazarlık gücü gibi kullanarak tertemiz bir açıklama ile yönetimin kucağına fünyeli topu bıraktı. Bu çıkış ile kulübün kararı zamana yayma arzusu baltalanmış oldu. Taratftarla karşı karşıya kalmamak adına yeni sözleşme için adımlar atılacak ya da kesin bir tavır konularak Alex’in blog-twitter ağlaşmalarından doğan tepki göğüslenecek. Yapabilirler mi? Yapmak istiyorlar mı? Bence ikinci soru. Yapabilmek için takıma Aykut KOCAMAN lazım, ama kendisini henüz gören olmadı…
Etiketler:
fenerbahçe,
yorum
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)